“TÜRKİYE ne çektiyse sahte Atatürkçülerden, sahte Cumhuriyetçilerden, sahte Milliyetçilerden, sahte İslâmcılardan çekti.”
Rahmetli Muhsin Yazıcoğlu’nun bu meşhur sözüne katılanlar ve katılmayanlar olabilir. Ancak, “değer istismarcılarını” yakından tanıyan bir gazeteci olarak, Muhsin Başkan’ın bu tespitine tamamen katılıyorum. Bu ülkenin en temel problemlerinden biri, “kıymet” ve manevi hassasiyet sömürüsüdür.
Sömürü Çarkının Ortak Paydası: Değer İstismarı
Kişiler ve ideolojiler üzerinden kurulan sömürü düzenleri, Türkiye’nin en büyük yaralarından biridir. Kutsallaştırılan figürler ve manevi değerler, devasa sömürü çarklarının yakıtı haline getirilmiştir. “Değer sömürüsü, değer istismarı” üzerinden faaliyet gösterenler, birbirleriyle çatışıyor gibi görünseler de aslında aynı düzenden beslendikleri için perde arkasında çok iyi anlaşırlar ve bu anlaşmayı sürdürürler. Yaptıkları kavga, bir kayıkçı kavgasından ibarettir ve ortak paydaları değer sömürüsüdür.
Kapitalizmin Tek Dini: Para
Unutulmamalıdır ki, paranın dini imanı yoktur. Kapitalizmin tek kutsalı ise paradır. Geçmişte, 28 Şubat mağduru olarak lanse edilen nice iş grubuna ve holdinge destek verdik. Okurlarımızı onlardan alışveriş yapmaya yönlendirdik. Kendimizce bir “İslami tavır” sergileyerek “diğerlerinin” ürünlerini reddederken, “bizden” dediklerimizin ürünlerine para harcadık ve bunu bir nevi “ibadet” saydık. Bu eylemlerden zerre kadar kişisel menfaatimiz olmadı; tek amacımız zulme karşı bir tavır sergilemekti.
Peki, sonuç ne oldu? Hiç! Çünkü kapitalizmin dini de imanı da paradır! Mağduriyetler üzerinden ne kadar büyük servetler biriktirildiğini ve bu servetlerin küreselleşmenin gereği olarak nasıl daha da büyütüldüğünü gördük. Bu süreçte hepimiz, ideolojiler üzerinden fena halde istismar edildik ve adeta satışa getirildik.
Baskı ve Susturma Mekanizmaları
Yıllarca, “Aman, birilerine malzeme vermeyelim,” veya “Aman, 28 Şubat zihniyeti bundan faydalanmasın!” gibi endişelerle sustuk ya da düşüncelerimizi üstü kapalı bir dille ifade ettik. Bizim bu hassasiyetimiz, sömürüyü bir yaşam tarzı haline getiren çevreler tarafından acımasızca kullanıldı. Bu durum her kesimde yaşandı.
Örneğin, Atatürk sömürüsüne karşı çıkan samimi “Atatürkçü yazarlar” da farklı baskı mekanizmalarına maruz kaldı. Onlara, “Ben bunları yazdıkça İslamcılar seviniyor!” gibi söylemlerle psikolojik baskı uygulandı. Bu baskılar işten attırma tehditlerine kadar vardı. Patronlara, “Ya bunu susturursun ya da işinden olursun!” denildi. Kapitalistler, ister muhafazakâr ister Kemalist kimlikle ortaya çıksınlar, yeşili çok seviyorlar; ama “Benjamin Franklin Yeşilini”! Nitekim zamanında “yeşil sermaye” diye ortalığı ayağa kaldıranlar ile onların hedefindeki yeşil sermaye, en sonunda tek bir yeşilde, Benjamin Franklin yeşilinde birleşti.
Çözüm Nedir: Herkes Kendi Mahallesini Temizleyecek
Peki, bu sömürü çarklarıyla nasıl mücadele edeceğiz? Bunun tek bir yolu var: Kendilerini samimi Müslüman, samimi Atatürkçü, samimi Milliyetçi veya samimi Ulusalcı olarak tanımlayan herkes, öncelikle “kendilerine yakın görülen” kesimlerdeki yanlışların ve sömürülerin üzerine gitmelidir. Herkes kendi mahallesini temizlemenin mücadelesini verecek öncelikle! Aksi takdirde, bu sömürü çarkı dönmeye devam edecektir.