Karadeniz’in Büyüsüne Bir Yolculuk: Öze Dönüş
Şehrin gürültüsünden, bitmek bilmeyen kalabalığından ve zamanla yarışmaktan yorulup yeşile bir pencere açma arzusu… Toprağın, çamurun ve çiy düşmüş otların o eşsiz kokusunu derin bir nefesle içine çekmek… Yüce ağaçların gölgesinde huzur bulup, çağlayan suların sesine tüm dertleri teslim etmek… Rotamız, gökyüzüne uzanan sisler ülkesi Karadeniz. Bu yolculuk, sıradan bir tatilden çok daha fazlasını, kendimize, ruhumuza ve doğaya bir dönüş hikâyesini vaat ediyor.
Yeryüzündeki Cennet: Ordu Yaylaları
Karadeniz, adeta cennetin yeryüzündeki bir yansımasıdır. Bu benzersiz serüvenimize Ordu‘dan başlıyoruz. Şehrin içinden geçerken Karadeniz kıyılarını süsleyen ince bulutlar, bize bambaşka bir dünyanın kapılarının aralandığını fısıldar gibi. Yol bizi yavaşça bulutların kalbine doğru yükseltirken ilk durağımız Perşembe Yaylası oluyor. Aybastı’nın zirvelerinde, yemyeşil çayırların arasından kıvrılarak süzülen menderesler göz alıcı bir manzara sunuyor. Temmuz ayında bu yayla adeta bir şenlik alanına dönüşür:
- Halk oyunları
- At yarışları
- Güreş müsabakaları
Burada doğa, yalnızca izlenen değil, bizzat içinde yaşanan bir masala dönüşüyor. Ardından gelen Çambaşı Yaylası, attığımız her adımda ruhumuzu hafifletiyor. Doğa sporları tutkunlarının gözdesi olan bu yayla, Karadeniz’in enerjik ve canlı yüzünü sergiliyor. Ve adı gibi keyif dolu Keyfalan Yaylası… Burada zaman akmıyor, sanki duruyor. Tertemiz hava, şifalı sular ve derin bir dinginlik; her şey tam olması gerektiği gibi.
Zamanın Durduğu Yer: Giresun’un Puslu Yaylaları
Karadeniz’de günler genellikle sisli ve pusludur, ancak bu sis karanlık değil, masalsı bir atmosfer yaratır. Giresun‘un Kümbet Yaylası‘na ulaştığımızda, beyazdan griye dönen bir gökyüzü bizi karşılıyor. Yamaçlarda gölgeler ve ışıklar adeta dans ediyor. Bektaş Yaylası ise geçmişten günümüze taşınan en güzel hatıra gibi. Yayla evlerinden tüten dumanlar, otlayan hayvanlar ve çocukların neşeli çığlıkları, yaşayan yayla kültürünün en canlı kanıtları. Sis Dağı, adının hakkını sonuna kadar veriyor. Göğe uzanan bu yaylada yürürken kendinizi bulutların içinde hissediyorsunuz.
Uçsuz bucaksız çayırlarda oksijen bir miktar çarpıyor. Bir sarhoşluk var sanki ama içkiden değil mutluluktan!
Sessizliğin Senfonisi: Trabzon Dağları
Trabzon‘un dağlarına tırmanırken sessizlik, sizi yumuşak bir örtü gibi sarıyor. Şolma Yaylası, sanki fısıltılarla konuşuyor. Akan derenin sesi çocukluktan kalma bir şarkıyı, rüzgâr ise ona eşlik eden bir melodiyi hatırlatıyor. Doğa, burada kendi yaşam senfonisini bestelerken bizleri de bu eşsiz konsere davet ediyor. Erikbeli Yaylası ise bir ressamın tuvalinden fırlamış gibi. Endemik bitkilerle süslü bu coğrafyada yürümek, her adımda yeni bir renk ve doku keşfetmek anlamına geliyor. Ve sonra, fotoğrafların ikonik durağı Uzungöl karşımıza çıkıyor. Ancak bu güzelliğin insan eliyle nasıl bu hale getirildiğini görmek, insanın aklını zorluyor.
Bir Kartpostalın İçinde: Rize ve Ayder Yaylası
En güzel Karadeniz türkülerinin doğduğu topraklardayız: Rize. Buraya adım atar atmaz, bu coğrafyada neden şair olunup türküler söylendiğini anlıyorsunuz. Özellikle Ayder Yaylası‘nda bu his doruğa ulaşıyor. Kendinizi bir kartpostalın içinde hissettiren bu yayla, bizi en güzel anılarımızı sakladığımız çocukluk baharlarına götürüyor. Kaçkar Dağları’nın eteklerinde, ormanların arasına gizlenmiş bu cennet köşesinde hayatın ritmi yavaşlıyor. Derken Gelintülü Şelalesi, tüm görkemiyle bizi selamlıyor. Yemyeşil dağlardan süzülen sular, gökyüzünden dökülen bir dua gibi toprağa kavuşuyor.
Ruhun Arındığı Son Durak: Artvin
Ve yolculuğumuzun son durağı, Türkiye’nin saklı cenneti Artvin. Kaçkar Yaylası‘na vardığımızda doğanın heybeti karşısında bir kez daha büyüleniyoruz. Her şey binlerce yıldır olduğu gibi, el değmemiş bir saflıkta duruyor. Şehre sadece 10 kilometre uzaklıktaki Kafkasör Yaylası‘nda gözlerimizi kapatıp derin bir nefes alıyoruz. Kendimizi yeşilin kollarına bıraktığımız bu yaylada ruhumuzu arındırırken, bedenimize de taze bir soluk katıyoruz. Karadeniz’in yaylalarından ayrılırken geride kalan sadece anılar değil; içimizde bir dinginlik, kalbimizde bir huzur ve zihnimizde sonsuzluk hissi… Yaylalar sadece birer mekan değil, burada kendimize, doğaya ve hayata dair bir dönüş hikâyesi yazıyoruz.