Kredi Notu Artışları ve Göz Ardı Edilen Ekonomik Gerçekler
Yönetim kadrolarının Türkiye’nin ülke notunun yükselmesini bir başarı olarak sunmasına rağmen, bu durumun arkasındaki gerçekler daha karmaşık bir tablo çiziyor. Ülkenin üretim gücündeki erozyon son dönemde hız kazanırken, bu durum gelecek için endişe verici sinyaller vermektedir.
Finansal İyileşme mi, Göz Boyama mı?
Bir ülkenin kredi notundaki artış, genellikle derin bir krizin ardından finansal dengelerde yaşanan kısmi toparlanmalarla gerçekleşir. Dibe vurmuş bir ekonomide cari açık ve bütçe açığı gibi göstergelerdeki hafif iyileşmeler, kur dalgalanmalarının azalması veya dış borç çevriminde sorun yaşanmaması gibi faktörler not artışına zemin hazırlayabilir. Ancak bu artışın, üretimdeki yapısal sorunları görmezden gelerek ne anlama geldiğini sorgulamak kritik önem taşır.
Kredi derecelendirme kuruluşları, değerlendirmelerinde genellikle ülkenin üretim gücünü ve bu alandaki değişimleri ikinci plana atar. Raporlarında sıkça yer verdikleri “yapısal reform” ifadeleri, çoğunlukla finansal alandaki göreceli düzelmelere işaret eder ve reel sektördeki derin sorunlarla ilgisizdir.
Türkiye Ekonomisindeki Riskler: Borç ve Kapasite Sorunları
Türkiye’nin toplam dış borcunun 550 milyar dolar seviyesine ulaştığı, bu borcun üçte birinin kısa vadeli olduğu ve döviz rezervlerinin yapısında bir iyileşme gözlenmediği bir ortamda, kredi notu artışını bir bayram havasında kutlamak, yalnızca bir algı yönetimi çabası olarak değerlendirilmelidir.
Reel Sektörde Tehlike Çanları: Kapasite Kullanım Oranları (KKO)
Bu finansal iyileşme algısının tam aksine, reel sektör verileri ciddi bir erimeye işaret etmektedir. Merkez Bankası tarafından yayımlanan veriler, 2025 yılının başından itibaren imalat sanayi üretim gücünde ve buna bağlı olarak Kapasite Kullanım Oranında (KKO) sürekli bir düşüş yaşandığını gözler önüne sermektedir.
KKO’daki sürekli düşüş, ekonomik durgunluğun en net kanıtıdır.
“Tablo 1” ve “Tablo 2″de sunulan veriler, ekonominin gidişatını sektörler bazında açıkça göstermektedir. Son on yıldır yüzde 75 seviyesinin altına düşmeyen KKO’nun, sektörlere göre dramatik değişimler sergilemesi; enflasyon, maliyetler ve rekabet gücü gibi alanlardaki dengesizliklerin bir yansımasıdır.
Tablo 1: İmalat Sanayi KKO (%), Tablo 2: Sektörlere Göre KKO (%) Kaynak: Merkez Bankası, Temmuz 2025 Raporu
Yapısal Bozulmanın Göstergeleri
Özellikle tekstil ve deri sanayisindeki erime ile üretim daralması dikkat çekicidir. Daha da endişe verici olan ise, imalat sanayisinin temelini oluşturan makine-ekipman ve elektronik gibi sektörlerde oranın yüzde 70’in altına inmesidir. Bu durum, ekonomideki yapısal bozulmanın en somut resmidir.
İthalat Baskısı ve Üretimde Daralma
Döviz kurunun baskılanması, ithal ürünleri yerli üretime göre daha cazip hale getirmektedir. Yıllarca toplam ithalat içinde yüzde 10’un altında kalan tüketim malı ithalatının bu oranın üzerine çıkması, girdi ithalatının payındaki düşüşle birleştiğinde, iç üretimin nasıl baltalandığını göstermektedir. Bu durum, sürekli bir durgunluk ve fakirleşme sarmalını tetiklemektedir.
Sonuç: Sahte Sevinç, Gerçek Fakirleşme
Özetle, artan borçlanma kabiliyetiyle finansal çarkları çevirmenin yarattığı sahte sevincin arkasında, sekiz yıldır devam eden ekonomik çöküşün izlerini gizlemek giderek zorlaşmaktadır. Bu tablonun en net göstergesi, üretim kapasitesindeki düşüştür. Bu gösterge, kağıt üzerindeki sözde büyümenin, sokaktaki gerçek fakirleşmeye dönüştüğünün kanıtıdır.