Siyasi Gündemde Tehlikeli Bir Fısıltı: Lübnan Modeli
Son dönemde siyasi koridorlarda başlayan ve televizyon ekranlarında alevlenen bir tartışma gündemi meşgul ediyor: Lübnan modeli. Bazıları bu modeli bir ‘açılım’ veya ‘temsilde adalet’ olarak sunsa da, bu öneri Türkiye’nin ulusal birliğini temelden sarsabilecek, adeta bir mayın döşeme girişimidir.
Lübnan Modeli Tam Olarak Ne Anlama Geliyor?
Tartışılan sistem, Lübnan’da olduğu gibi, devletin en üst düzey makamlarının belirli etnik ve mezhepsel kimliklere göre paylaştırılmasını içeriyor. Örneğin, cumhurbaşkanı yardımcılıklarından birinin Alevi kökenli birine, diğerinin ise Kürt kökenli birine verilmesi gibi öneriler ortaya atılıyor. Bu noktada sorulması gereken temel soru şudur: Türkiye Cumhuriyeti, liyakat ve yetkinlik ilkeleriyle mi, yoksa etnik kimlik kotalarıyla mı yönetilmelidir?
Bir Çöküş Örneği: Lübnan’ın Durumu
Bugün Lübnan’a baktığımızda, bölgenin en istikrarsız, parçalanmış ve yönetilemez ülkelerinden biri olduğunu görüyoruz. Peki neden? Çünkü övgüyle bahsedilen ‘kimlik temsili modeli’ devleti işlevsiz kılmış, siyaseti kilitlemiş ve toplumu kutuplaştırmıştır. Bu sistemin acı sonuçları şunlardır:
- Her grubun yalnızca kendi kimliğini ve cemaatini öncelemesi.
- Liyakat, adalet ve hukukun tamamen göz ardı edilmesi.
- Çökmüş bir ekonomi ve istikrarsız bir mali yapı.
- Aylarca kurulamayan hükümetler ve siyasi krizler.
- Gruplar arası sürekli çatışma ve gerilim.
- Sürekli dış müdahalelere açık hale gelmesi.
Bu Tartışma Bir Toplumsal Nabız Ölçme mi?
Bu modelin Türkiye’ye önerilmesi, bir siyasi yoklama ve toplumun sinir uçlarını test etme girişimi olarak okunabilir. Ancak bu millet, kimlik siyasetiyle bölünmek yerine; ehliyet, liyakat, adalet ve hukuk temelinde yönetilmeyi arzu etmektedir. Bin yıllık kardeşlik tarihimiz, kimlik kotalarına sığdırılamayacak kadar derindir.
Çözüm Liyakat ve Eşit Yurttaşlıktır
Elbette bir Alevi, Kürt, Türk, Arap veya Sünni vatandaşın devletin en tepe noktasına gelme hakkı saklıdır. Ancak bu hak, kişinin etnik veya mezhebi kimliğinden ötürü bir kota olarak değil; bilgisi, tecrübesi, ahlakı ve liyakati sayesinde tanınmalıdır. Gerçek devlet aklı bunu gerektirir.
Aksi bir durum, ülkenin dört bir yanında “bizden birini istiyoruz” taleplerini doğurur. Bu da tek bir ulus yerine onlarca kimlik kümesinden oluşan, pazarlık masasında yönetilen kırılgan bir yapıya yol açar.
Türkiye’nin Yolu Lübnan’dan Geçmiyor
Unutulmamalıdır ki, Türkiye, Lübnan değildir. Türkiye, her bir ferdine eşit yurttaşlık hakkı tanıyan ve insan onurunu merkeze alan bir hukuk devleti olma idealine sahiptir. Adalet, kimliğe göre pay dağıtmak değil, herkese hakkını teslim etmektir. Bizim yolumuz, toplumu ayrıştıran değil birleştiren; ehliyet, vicdan ve kapsayıcı hukukla çizilmiş Türkiye modeli olmalıdır. Tarihsel mirasımız bellidir: Medine Vesikası, Anadolu irfanı, Selçuklu tecrübesi, Osmanlı adaleti ve modern demokrasi hukuku. Bu mirası bırakıp kaosa öykünmek, bu millete yapılacak en büyük haksızlıktır.