Sana Göre Haber

Sinemadan Siyasete: Tekrar Eden Senaryolar ve Romantik Komedilerin Bize Öğrettikleri

Siyasi Döngüler ve Sinema: Bu Filmi Daha Önce Görmüştük

İktidar kanadının, dünyanın en tehlikeli terör örgütlerinden biriyle geldiği mevcut duruma baktığımızda, birçoğumuzun aklına gelen ilk yorum “biz bu filmi daha önce görmüştük” oluyor. Hafızası güçlü ve akıl sağlığı yerinde olanlar, ne izledikleri filmleri ne de yaşadıkları olayları kolayca unutur. Unutmaları da mümkün değil, zira sinemanın geçmişi, 25 yıllık bir iktidarın geçmişinden yalnızca beş kat daha eski. Yani her şey dün gibi taze.

Romantik Komedilerin Klasik Formülü

Geçtiğimiz yüzyıl, sinemanın insanlık tarihindeki ilk asrıydı. Edebiyat, müzik ve tiyatro gibi yüzlerce yıllık sanat dallarının yanında sinema hâlâ bir bebek sayılır. Bu bebek, geçen yüzyılı emekleyerek ve öğrenerek geçirdi. Bu süreçte öğrendiği ve en çok sevdiği hikaye anlatım formüllerinden biri de “romantik komediler” oldu.

Romantik komedilerin bilinen bir şablonu vardır: Bir kadın ve bir erkek tanışır. Genellikle aralarında bariz bir uyumsuzluk vurgulanır. Hatta birbirlerine her an saldıracakmış gibi bir izlenim verilir. Ancak tüm bunlar senaryonun bir parçasıdır. Nefret, kavga ve entrikaların ardından, finale doğru bu toksik ikili, akıl almaz bir aşkla bir araya gelir.

Aşk Her Şeyi Affeder mi?

Filmin devamında pembe bir sosa bulanmış romantik sahneler ve yapay mizansenler o kadar baskındır ki, seyirci manipülasyonu bir sanata dönüştüren senaryo karşısında, “Bu insanlar az önce birbirini yiyordu, nasıl oldu da şimdi aralarından su sızmıyor?” diye sorgulamaz. “Aşk mantığın bittiği yerde başlar” diyerek bu mantıksızlığa seyirci kalırlar. Yani, aşk her türlü suçu örter.

Senarist “affeder” diyorsa, affeder. Filmin ikinci yarısında omuz omuza veren taze aşıklar, önlerine çıkan bir dizi anlamsız iftirayı ve yanlış anlamayı şaşırtıcı bir olgunlukla aşar. İlişkilerine karşı çıkanları tek tek alt ederler ve finalde nikah masasına oturarak mutlu sona ulaşırlar. Siz de bu çifte hayran kalırsınız. İşte “yersen” tabiri tam da bu durumlar içindir. Ve bir romantik komedi daha burada biter.

Peki Ya Filmin Sonu Gerçek Hayatın Başlangıcıysa?

O yılların seyircisi, film bittikten sonra karakterlerin ne yaşadığını pek sorgulamazdı. Onlar, senaristlerin dikte ettiği gibi “sonsuza dek mutlu” yaşamışlardır. Onlar muradına ererken, size de kerevetine çıkmak düşer. Ancak bugün, bu formül sinemada geçerliliğini yitirdi. Çünkü sinema seyircisi de zamanla gelişti ve 2000’lerle birlikte bu klişe formülün tutarsızlığını fark etmeye başladı.

Filmlerde romantize edilen ilişkiler evlilikle sonuçlansa da, filmin bittiği yerde başlayan gerçek hayat, insanları acı gerçeklerle yüzleştiriyordu. Çiftler, filmlerdeki gibi bir uyum yakalayamıyor; ekonomik sorunlar, aile baskısı ve kıskançlık gibi nedenlerle şiddetli geçimsizlikler yaşıyordu. Hatta evlenene dek maske takan birinin, evlendikten sonra bir canavara dönüşmesi sıkça rastlanan bir durumdu. Kısacası, asıl film, romantik komedilerin bittiği yerde başlıyordu.

Yeni Bir Anlayış: Biz Tam Olarak Ne Yaşadık?

Seyirci geliştikçe, iyi sinemacılar da onlarla birlikte gelişti. Bunun en iyi örneklerinden biri, 2009 yapımı “Summer Days 500 / Aşkın 500 Günü” filmidir. Bu film, klasik formülü tamamen yıkarak 500 günlük bir ilişkinin bittiği yerden başlar ve zamanı doğrusal olmayan bir şekilde geriye doğru işler. Bu bilinç akışı, aslında sinemanın hafıza kaybından sıyrılarak bilinçlenmesini temsil eder.

“Biz tam olarak ne yaşadık?”

Bu sorgulama, iyi bir sanat eserinin yanıt vermek yerine soru sorması gerektiğini gösterir. Film, romantik komedilerde bir devri kapatırken, seyirciyi de gerçeğe odaklanmaya davet etmiştir.

Seyirci ve Sinemacının Devrimi: Yeni Gerçekçilik

Sinemanın gerçeğe odaklanması, 1950’lerde başlayan ve “Yeni Gerçekçilik” olarak adlandırılan bir akımla defalarca yaşandı. Bu devrimin temelinde nitelikli seyirci ve yaratıcı sinemacının uyumu yatar. Seyirci sorguladıkça sinema gelişir, sinemacı da bu gelişime yanıt veremezse sinema çöker.

Arzu Film Ekolü ve Ertem Eğilmez

Türkiye’de ise Arzu Film ekolünün kurucusu Ertem Eğilmez, 1970’lerde “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” olarak anılıyordu. Ancak Eğilmez, seyircinin değişen koşullarını ve beğenilerini fark ederek kuru aşk hikayelerinin artık işlemeyeceğini anladı. 70’lerin anarşi ortamında, o ve ekibi, bugün bile sevilen ve üzerine tezler yazılan “Aile Filmleri” konseptini, yani Arzu Film ekolünü yarattı.

Hayatın Sineması ve Tekrar Eden Senaryolar

Tüm bu örneklerden yola çıkarak kendi “hayat sinemamıza” baktığımızda, “bu filmi daha önce görmüştük” diyenleri, ülkesinin gelişimine katkı sağlayan “gerçekçi ve devrimci” seyirciler olarak görmeliyiz. Diğer yanda ise filmin romantizmine kapılıp sorgulamadan yaşayanlar, sinemanın çöküşüne seyirci kalanlara benzer. Yapımcılar ise ya seyirciyi umursamıyor ya da sorgulanmayacaklarından emin olarak aynı filmi tekrar tekrar çekiyor.

Geçmiş yıllarda Habur Sınır Kapısı’nda kurulan çadır mahkemelerinde affedilen teröristler ile bugün yaşananlar arasında ne kadar büyük bir benzerlik var. Ya da barajı geçsin diye o dönem DEM olan HDP’ye oy verenler… O film de mutlu sonla bitmiş gibi göründü ama asıl film sonrasında başladı. Belediyelere ait iş makineleriyle kazılan hendeklerde kaybettiğimiz evlatlarımızın acısı hâlâ taze.

Daha iyi filmler izlemek, yani daha iyi bir hayat yaşamak, geçmişe hakim olmanız, aynı senaryoların sonuçlarını sorgulamanız ve güncel sorunlarınıza odaklanan yepyeni bir hayatı talep etmenizle mümkündür. Masallarla yaşamayı seçerseniz, gökten üç elma düşer ama size milli gelirden hak ettiğiniz pay asla düşmez.

Yazılarıma ara verdiğim süreçte beni anlayışla karşılayan Cumhuriyet Gazetesine ve siz değerli okurlara teşekkür ediyorum. Bundan böyle “İki Lafın Beli” adlı bu köşede yine 2 haftada bir “salı” günleri yazacağım. Ancak bu defa bir nüans da belirledik. Şayet iki hafta dolmadan söyleyeceğim sözler birikirse, bu periyodik takvimden bağımsız olarak da yazacağım.

Exit mobile version