Türkiye’nin Kritik Sınavı: Suriye, İsrail ve ABD Üçgenindeki Karmaşık Dengeler

Türkiye’nin Çevresindeki Stratejik Değişimler ve Suriye Krizi

Dünyada ve yakın coğrafyamızda, Türkiye’yi doğrudan etkileyen ve ülkenin geleceğini şekillendirme potansiyeli taşıyan önemli değişimler yaşanıyor. Bu gelişmelerin merkezinde ise Suriye bulunuyor. Türkiye’nin Suriye politikası, Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın sıkça dile getirdiği “neredeeen nereye” ifadesini doğrularcasına, 23 yıl içinde büyük bir dönüşüm geçirdiğini gözler önüne seriyor.

Suriye’de Kontrolden Çıkan Dengeler

Son dönemde Suriye’de yaşananlar, aktörlerin ne dediğini ve ne yaptığını bilmediği, son derece tehlikeli bir duruma işaret ediyor. Olayların her an kontrolden çıkma ve büyük felaketlere yol açma riski bulunuyor. Suriye yönetimindeki Şara‘nın (Colani), ülkeyi tek başına yönetmesini beklemek gerçekçi değil. Şara’nın, Suriye’de ipleri elinde tutan ABD ve İsrail‘in direktiflerine uymaktan başka seçeneği yok. Asıl endişe verici olan ise, bu iki ülkenin de kendi stratejilerinde tutarsızlıklar sergilemesi ve adeta emperyalizmi bile doğru yönetememesidir.

Gazze’de Yaşanan İnsanlık Dramı

Neredeyse bir asırdır “soykırım” iddialarını kendi politikaları için kullanan İsrail, bugün Gazze‘de dünyanın tanık olduğu en acımasız soykırımlardan birini gerçekleştiriyor. İsrail, Filistin halkını açlığa mahkum edip yardım merkezlerinde toplanmaya zorluyor ve ardından bu bölgelere füze ve bombalarla saldırıyor. İsrail ordusu, bir lokma ekmek ve bir yudum su için çırpınan on binlerce çocuğu bilinçli bir şekilde hedef alıyor. Kendilerini insan hakları savunucusu olarak gören ABD ve AB ise bu duruma seyirci kalıyor.

Hatta adı son günlerde bir çocuk istismarcısı ile anılan Trump, Hamas-İsrail ateşkesini bozarak “İsrail artık Gazzelileri öldürmeli, bu işi bitirmelidir!” şeklinde skandal bir açıklamada bulunabiliyor.

ABD’nin Çelişkili Suriye Politikası

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack, “Suriye’de ulus devlet İsrail’in aleyhinedir” dedikten sadece iki gün sonra Suriye’nin bölünmesine karşı olduklarını ifade ederek çelişkili bir tutum sergiliyor. Barrack, bir yandan SDG‘ye, HTŞ ile yaptığı anlaşmaya uyması için baskı yaparken, diğer yandan SDG’nin ayrılıkçı hedeflerine karşı çıkıyormuş gibi görünüyor. Ancak Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik en büyük tehdidin İsrail’den ve onun en büyük destekçisi olan patronu Trump’tan geldiğini göz ardı ediyor.

Tüm Gözler Türkiye’de: Yardım Talepleri ve Tehditler

Fransa’da, Barrack’ın da katıldığı bir toplantıda Suriye dışişleri bakanı, İsrail ile anlaşmaya zorlanıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, bu temaslara gerekçe olarak SGD‘nin 10 Mart Anlaşması’na uymamasını gösterirken, YPG/PYD’nin, yani SDG’nin lideri Mazlum Abdi ile özel görüşmeler yapıyor. Tam bu sırada, Şara’nın İsrail ve SDG’ye karşı Türkiye’den yardım istediği bilgisi basına sızdırılıyor. Milli Savunma Bakanı yardıma hazır olunduğunu belirtirken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye’nin İsrail ve SDG tarafından bölünmeye çalışılmasının Türkiye için bir güvenlik tehdidi olacağını ve bu durumda Türkiye’nin müdahale edeceğini açıklıyor. Fidan’ın bu haklı çıkışının hemen ardından Uluslararası Ticaret Mahkemesi, Türkiye’yi Irak petrolünü yasa dışı ihraç ettiği gerekçesiyle 1.4 milyar dolar tazminata mahkum ediyor. Bu zamanlama oldukça manidar karşılanıyor.

Bölgesel ve İç Siyasi Gündem

Bölgedeki gelişmeler sadece Suriye ile sınırlı değil. Türkiye, 1963’te Ortaklık Anlaşması imzaladığı AB’nin Savunma Fonları’ndan (SAFE) beklenti içindeyken, kendisinden çok sonra bağımsız olan Sırbistan, Bosna-Hersek gibi Balkan ülkeleriyle işbirliği arayışında. Diğer yanda Yunanistan, Girit güneyinde ilan ettiği MEB’e karşı çıkan Libya’yı ve Ege’de karasularını 12 mile çıkarma planını savaş nedeni sayan Türkiye’yi, SAFE fonlarından veto etmekle tehdit ediyor. İç siyasette ise Öcalan‘ın serbest bırakılması ve PKK’nin siyasi bir aktör olarak konumlandırılması tartışmaları sürüyor. Kıbrıs Barış Harekâtı’nı yapan, Kardak’ta kararlılık gösteren ve 1999’da PKK’yı bitirme noktasına getiren Türkiye’nin geldiği bu nokta, “neredeeen nereye” sorusunu akıllara getiriyor.