Her Yaz Tekrarlanan Kabus: Orman Yangınları Kader mi, İhmal mi?
Gezegenin nefessiz kaldığı bir dönemden geçiyoruz. Son iki yılda dünya genelinde 30 milyon hektardan fazla ormanlık alan küle döndü; bu, son 20 yılın ortalamasının tam iki katı. Türkiye de bu küresel felaket tablosundan payını fazlasıyla alıyor. Bilecik, Sakarya, Eskişehir, Afyon, Karabük, Zonguldak, Bursa gibi şehirlerimizde alevlerin ulaşmadığı yer neredeyse kalmadı.
Yangınların Acı Bilançosu: İnsan ve Doğa Birlikte Yok Oluyor
Bu yangınlar yalnızca ağaçları değil, canları da alıyor. Eskişehir’de 5’i orman işçisi, 5’i AKUT gönüllüsü 10 kahramanımızı, Bursa’da ise müdahaleye giden su tankerinin devrilmesiyle 3 insanımızı kaybettik. Yangınlar, bedenleri yanmasa da bölge insanının ruhunu küle çeviriyor. Yıllarını geçirdikleri, vatan bildikleri toprakları bir anda kaybetmenin acısını yaşıyorlar. Alevler sadece insanları ve ağaçları değil, bütün bir ekosistemi de yok ediyor. Kuşların cıvıltısı, rüzgarın fısıltısı susuyor; kaçamayan bir kaplumbağanın sessiz ölümü toprağın hafızasına kazınıyor.
Ateşin Kaynağı: %97 İnsan Eli ve Sistemsel Zafiyetler
İstatistikler acı bir gerçeği yüzümüze vuruyor: Orman yangınlarının %97’si insan kaynaklı. Bu, çıkan yaklaşık 3 bin yangının sadece 100’ünün doğal sebeplerle çıktığı, geriye kalan 2700’ünün ise ihmal, cehalet veya kasıt sonucu başladığı anlamına geliyor. Özellikle anız yakma, kontrolsüzce büyüyerek ormanları tehdit ediyor.
Bursa Orhaneli’ndeki yangınla ilgili gözaltına alınan eski uzman çavuş Ufuk A.’nın FETÖ bağlantılı sabotajı itiraf etmesi, meselenin bir başka boyutunu gösteriyor. Ancak suçluyu bulmak kadar, yangının yayılmasına zemin hazırlayan ihmalleri, koordinasyonsuzluğu ve hazırlıksızlığı sorgulamak da hayati önem taşıyor. Devletin refleksindeki gecikmeler, tek bir kibritle başlayan ateşi devasa bir felakete dönüştürebiliyor.
Mücadelede Yetersizlik: Uçaklar ve Akıl Yetişmiyor
Alevler yükselirken hâlâ “Kaç uçağımız var?” tartışması yapıyor olmamız, bir acizlik göstergesidir. 2025 itibarıyla Türkiye’nin yangınla mücadele gücü şu şekilde açıklandı:
- Yangın Söndürme Uçağı: 27 (13’ü mülk, kalanı kiralık)
- Helikopter: 105 (büyük kısmı kiralık)
- İHA: 14
- Kara Aracı: Yaklaşık 6.000
- Personel: 25.000’den fazla
Ancak bu sayılar yeterli mi? Uzmanlar, gövde haznesi büyük, hızlı doldur-boşalt yapabilen, ilk dakikalarda müdahale edebilecek modern uçaklara ihtiyaç duyulduğunu vurguluyor. Bir zamanlar bu alanda öncü olan Türk Hava Kurumu (THK) ise siyasi müdahalelerle etkisizleştirilmiş ve uçakları hacizle satılığa çıkarılmış durumda.
Kurumsal Hafıza Kaybı ve Kültürel Yozlaşma
Asıl sorun, yangın çıkmadan önce alınmayan önlemler ve sürdürülebilir bir hazırlık zihniyetinin yokluğudur. Elektrik hatlarının bakımsızlığı, özelleştirmeler sonrası denetimsizlik gibi faktörler birçok yangının temel nedenini oluşturuyor. Cumhurbaşkanı’nın itfaiye teşkilatının yeniden yapılandırılacağını açıklaması önemli bir adım olsa da, bu çok geç kalınmış bir karardır. Merkezi bir İtfaiye Genel Müdürlüğü kurulmalı, yerel ve merkezi idare koordinasyonu sağlanmalıdır.
2025 yılında Diyanet’e ayrılan 130 milyar TL‘lik bütçeyle tam 273 adet yangın söndürme uçağı alınabileceğini biliyor muydunuz? Bu bir bütçe eleştirisi değil, ormanları korumak için kaynakların ne kadar erişilebilir olduğunun altını çizen bir kıyastır.
Liyakatsizliğin ve ehliyetsizliğin yaygınlaşması, orman politikalarını da köksüzleştiriyor. Bir zamanlar ormanların bekçisi olan, coğrafyayı avucunun içi gibi bilen orman köylüleri sistemden dışlandı. Bağımsız Orman Bakanlığı’nın kapatılıp Tarım Bakanlığı’na bağlanması, konuya verilen önceliği azalttı.
Rant Hırsı ve İklim Krizi: Felaketi Büyüten İki Etken
Yangınlara müdahaledeki aksaklıklar, kamuoyunda sıkça “rant” iddialarıyla birlikte anılıyor. Yanan alanların turizm veya madencilik faaliyetlerine açılması endişesi, her yangın sonrası yeniden alevleniyor. Buna bir de iklim krizinin etkileri ekleniyor. 25 Temmuz’da Silopi’de sıcaklığın 50.5 derece ile rekor kırması, iklim krizinin artık bir rapor başlığı değil, ulusal güvenlik meselesi olduğunu gösteriyor.
Çıkış Yolu: Bu Kader Değil, Tercihlerimizin Sonucu
Özetle, üç cephede yanıyoruz: Teknik zafiyetler, kültürel yıkım ve küresel iklim krizi. Bu döngüyü kırmak, topyekûn bir seferberlik ve kurumsal bir akıl gerektirir. Fatih Sultan Mehmet’in “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” sözünün geldiği bir medeniyetten, ağaca ve doğaya yabancılaşan bir topluma dönüştük. Doğa bir yolunu bulup küllerinden doğar, ancak biz sorumluluk almazsak, yanan ormanlar değil, çürüyen vicdanımız olur. Her yaz aynı alevlere uyanmak kader değil, tercihlerimizin bir sonucudur.