Bir Dolandırıcılığın Anatomisi
Size hanımefendi veya beyefendi gibi hitaplarda bulunmayacağım, çünkü siz bir hırsız, bir dolandırıcısınız. Yalanlar ve aldatmacalarla insanları tuzağa düşürme konusunda özel bir eğitimden geçmiş gibisiniz. Zihniniz yalnızca bu tür düzenbazlıklara çalıştığı için, kurduğunuz tuzaklarla insanları avlamayı bir başarı olarak görüyorsunuz. En kolay yoldan, yani insanların parasına el koyarak zenginleşme hayalleri kuruyorsunuz. Ancak bu zahmetsiz kazancınız, haksızlık ve hukuksuzluktan başka bir anlama gelmiyor.
Ne yazık ki, ülkemizin son yıllarda sürüklendiği bu ortamda, sizin gibi virüs misali çoğalanlar artık kimseyi şaşırtmıyor.
Tek bir hamleyle, sayısız yalanla çaldığınız o parayı ben yeniden kazanabilirim. Kalemimin gücüyle, zihnimin üretkenliğiyle kaybettiğimi geri alabilirim. Geceleri huzurla uyuyabilir, vicdanım rahat bir şekilde her sabah aynaya bakabilirim. Peki, siz aynı şeyleri yapabilir misiniz?
Bu hırsızlığı daha ne kadar devam ettirebileceksiniz? Tüm yaşamınızı bu şekilde mi geçirmeyi planlıyorsunuz? Haksız yollarla kazandığınız o paralarla çocuklarınızın, eşinizin ve dostlarınızın yüzüne nasıl bakacaksınız?
Hukuk Herkese Gerekli!
Adalet sarayında genç bir savcı, adıma bir dosya oluşturdu, ifademi aldı ve bana bir takip numarası verdi. O an için adalet binasının duvarları arasında kendimi bir süreliğine güvende ve huzurlu hissettim.
Savcı, gözünü ekranından ayırmadan klavyeye dokunarak benimle yaptığınız telefon görüşmelerinin kayıtlarına ulaştı. İki telefon hattı Suriyeli, biri ise Adanalı bir vatandaş üzerine kayıtlıydı. Savcı, bu dolandırıcılık tezgâhını nasıl kurduğunuzu bana detaylarıyla anlattı. Adalet sarayından elimde yalnızca bir dilekçe örneğiyle ayrıldım.
Daha sonra, sizin “acentası” olduğunuzu iddia ettiğiniz köklü araç kiralama şirketi AVİS’i aradım. Telefondaki eğitimli ses, durumu anlattığımda söylediklerimi kayda aldığını ve konuyu hukuk birimine ileteceğini söyledi. Ancak, “Maalesef sizi görüştüremem” diyerek talebimi geri çevirdi. Dijital çağın insanı çaresiz bırakan kuralları her yerde karşımdaydı.
“Şirketinizin itibarı kullanılarak bir suikasta uğradım” dememin bir anlamı olmadı. “Araç kiralama şirketinizi kullanarak insanları dolandırıyorlar” şeklindeki uyarılarım da sonuçsuz kaldı. Bu nedenle, “Şirketinize de dava açacağım” tehdidim havada asılı kaldı. Yine de dava dilekçemin numarasını kendilerine ilettim. O an Franz Kafka’nın Dava romanını hatırlamadan edemedim.
Sonunda yine kendimle baş başa kaldım. Bu ülkede her gün sayısız hırsızlığın, yolsuzluğun ve dolandırıcılığın yaşandığını bir kez daha acı bir şekilde hatırladım. Bu suçlarla ne kadar çok ve ne tür zenginlerin türediğini düşündüm. Evet, bu ülkede görünürde sığınabileceğiniz adalet sarayları, savcılar ve yargıçlar vardı; peki ya sonuç?
Bir an gözüm savcının parmağındaki gümüş nişan yüzüğüne takılınca, adalet sarayının bahçesindeki gözleri bağlı adalet heykelini aklıma getirdim. Sokakta, yolda, hayatın her alanında sizden o kadar çok vardı ki; hırsızlık, dolandırıcılık ve yağma artık sıradanlaşmıştı. Sistem, adeta bir güruh yetiştirmişti ve görkemli adalet sarayları bile sizleri yola getirmeye yetmiyordu.
Okurken Görmek ve Yaşarken Anlamak
Gençlik yıllarımda Orhan Kemal’in “Müfettişler Müfettişi” ile “Üç Kâğıtçı” romanlarını ve Aziz Nesin’in unutulmaz eseri “Zübük”ü hem gülerek hem de öfkelenerek okumuştum. “Böyle bir şey olamaz, nasıl olur?” diye hayret ettiğimi anımsıyorum. O romanlar 1950’lerin Türkiye’sini anlatıyordu. Ben ise size, 2025’in Türkiye’sinden sesleniyorum sevgili okurum.
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” zihniyetinin temellerinin atıldığı 1980’ler Türkiye’sinin yarattığı sonuçların günümüzdeki yansımalarını sizlerle paylaşıyorum.
Devleti, siyaseti, dini ve hatta güvenilir kurumsal şirketleri kullanarak ne tür bir yağma, hırsızlık ve dolandırıcılık düzeni kurulduğunu artık herkes biliyor. Ancak böyle bir olay başınıza geldiğinde; insanların neden sustuğunu, neden seslerini çıkarmadıklarını ve başkalarının acısını ve mağduriyetini neden görmezden geldiklerini sorgulamaya başlıyorsunuz.
CHP’nin bu bağlamda seçtiği slogan oldukça anlamlı: “Ya hep beraber ya da hiç!”
Sayın Dolandırıcı, Siz Bu Suçu İşlerken…
Tekrar size dönecek olursak; sizin beni dolandırdığınız o gün, Mattia Ahmet Minguzzi cinayetinin çözümsüzlüğü ülkenin gündemindeydi. Annesi Yasemin Minguzzi, adalet için oturma eylemine başlamıştı. Cumartesi Anneleri’nden Emine Ocak, 89 yaşında hayatını kaybetmişti ve onu anmak isteyen bir avuç insan Galatasaray Meydanı’ndaydı; ancak Beyoğlu polis barikatları nedeniyle geçit vermiyordu. Genç bir kadın olan Ayşe Tokyaz’ı vahşice katleden Cemil Koç ve suç ortakları ise yeni gözaltına alınmıştı.
Siz de bu yağma, hırsızlık ve şiddet sarmalının bir parçası olarak kendi eylemlerinize devam ediyordunuz. Nasıl bir çevrede yetiştiniz, hangi okullarda okudunuz, anne ve babanız nasıl insanlardı?
Gerçekten merak ediyorum, akşam yatağınıza nasıl giriyor, sabah nasıl uyanıyordunuz? Bunca caniliği, hırsızlığı ve dolandırıcılığı yaparken sokaklarda nasıl rahatça yürüyebiliyordunuz?
Bu çürüme manzaraları, sadece bireysel dolandırıcılık vakalarından ibaret değil; toplumun her kesimine sızmış bir yozlaşmanın net bir yansımasıdır.
Mevcut iktidarın kendi otokratik düzeni bu çirkinliğin yayılmasına zemin hazırlarken, ben bu tür adaletsizliklere karşı ısrarla durmanın ve daha adil bir toplum için ses çıkarmanın hayati önem taşıdığına inanıyorum. Bu yüzden anlattıklarımı, bireysel bir sorumluluk bilinciyle, değişim için bir uyanış çağrısı olarak kabul edin sevgili okurum.