Gazze Krizi Gündemden Neden Düşmüyor?
Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Celalettin Yanık, Gazze’de süregelen insani krizin derinlikli politik, ahlaki ve felsefi boyutlarını AA Analiz için değerlendirdi. Yaklaşık üç yıl önce bir köşe yazarının Gazze’deki olayların hızla unutulacağı yönündeki öngörüsünün aksine, Filistin meselesi hem Türkiye’nin hem de dünyanın gündeminde kalıcılığını koruyor ve giderek daha da acil bir hal alıyor.
Asıl sorgulanması gereken, Filistin meselesinin neden eskiye oranla çok daha yoğun bir şekilde gündemde kaldığıdır. Bu durum, modern aklın sorgulanması bağlamında, Filistinlilerin maruz kaldığı “beden şiddetinin” incelenmesini zorunlu kılmaktadır.
Kolektif Empatiden Küresel Sessizliğe
Ekonomik durgunluk, iç politik gerilimler ve bölgesel krizlere rağmen Filistin’in adı her gün anılmaya devam ediyor. Ancak bu durum, sevilebilecek bir gelişmeden çok, derinleşen bir insanlık dramının yansımasıdır. İsrail’in şiddet politikaları, artık sadece siyasi değil, ahlaki ve vicdani bir düzeyde de dünyanın dikkatini çekiyor. Bir zamanlar İkinci Dünya Savaşı filmleriyle Yahudi soykırımına karşı kolektif bir empati oluşturan Batı kültürü, bugün aynı coğrafyadan yükselen farklı bir çığlığa karşı sessiz kalmakta zorlanıyor.
Sömürgeleştirilen Bedenler ve Medyadaki Tezahürleri
1980’lerde televizyonlara yansıyan ve hafızalara kazınan o görüntü; elleri kelepçeli bir Filistinli gencin İsrailli askerlerce taşlarla kolunun kırılması, basit bir şiddet anı değil, “sömürgeleştirilmeye çalışılan bedenin” bir nevi kamusal infazıydı. Bu sahne, Batı’nın İsrail hakkında oluşturduğu steril imajın sarsıldığı ve İsrail’in Filistin üzerindeki sömürgeci söyleminin çatladığı kritik bir anı temsil ediyordu.
Yazar Frantz Fanon’un ifadesiyle, sömürgeleştirilmiş birey siyasi bir özne olmanın ötesinde, fiziksel olarak tahakküm altına alınmış bir varlık haline gelir. O genç beden, bireysel bir acıdan ziyade, kolektif bir kimliğin bastırılmasının bir simgesiydi.
Hemen ardından gelen bir başka trajik karede ise bir baba, çocuğunu İsrailli askerlerin kurşunlarından korumak için kendi bedenini siper eder. Bu an, Fanon’un “sömürgeci şiddete karşı direnişin en ilkel ama en hakiki biçimi” olarak tanımladığı, bedenin son kale haline geldiği andır. Ne var ki bu savunma yetersiz kalır ve çocuk hayatını kaybeder. Bu olay, Fanon’un “insan olmak için ölmeyi göze alma” çağrısının dramatik bir tezahürüdür. O çocuğun cansız bedeni, bir halkın insan olma iddiasının alenen çiğnendiği bir eşiği simgeler.
Damgalanmış Bedenler ve Beden Politikası
Bu görüntüler, Fanon’un “damgalanmış beden” kavramıyla yakından ilişkilidir. Sömürgeci tahakküm, ideolojik olduğu kadar fizikseldir; bedene vurur, bedeni ezer ve beden üzerinden mesaj verir. İsrailli askerlerin eylemleri, korku yaratmayı, itaati dayatmayı ve “ötekinin” yaşam hakkını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir “beden politikasıdır”. Bu anlar, bir politik eleştiriden öte, Fanon’un deyimiyle “insanlığa geri dönme” çabasının trajik ve çıplak bir ifadesidir.
Modernitenin İflası: Habermas’tan Fanon’a
Modernitenin “rasyonalite” iddiası, İsrail pratiğinde büyük bir çelişkiye dönüşüyor. Alman Filozof Jürgen Habermas’ın “rasyonel toplum” idealiyle bir “vahaya” benzettiği İsrail, bugün bedenleri metalaştıran ve insanı mekanikleştiren bir idari aklın merkezi konumundadır. Bu akıl, Fanon’un “sömürgeci akıl” olarak tanımladığı yapıyla aynı düzlemde işler: İnsan işlevsel bir makine, beden ise onarılabilir bir donanım olarak görülür. Bu anlayış, Gazze’de sadece fiziksel yıkımı değil, insanlık durumunun topyekûn inkârını da beraberinde getirir.
Fanon’a göre, sömürgeci dünya “insan olanlar” ve “insan sayılmayanlar” olarak ikiye ayrılmıştır. Rasyonalite adına kurulan bu düzen, canlı bedeni mekanikleştirirken, ölü bedeni yönetilebilir bir istatistiğe dönüştürür.
Çöküşün Eşiğinde: Hafızada Direniş ve İnsanlık Gündemi
Gazze’de yaşananlar sadece toplu ölümler değil, aynı zamanda modernitenin ahlaki iflasıdır. Modern teknoloji, duyarsız ve steril bir ölüm üreticisi haline gelmiştir. Ancak her kırılan kol, her ölen çocuk, bu düzene karşı bir hafıza direnişi ve “insanlığa geri çağrı” olarak ortaya çıkmaktadır. İsrailli sömürgeci aklın kurduğu bu yapay sistem çökmektedir, çünkü yaşananların özü siyasi değil, insanidir.
Bugün Filistin meselesi, sadece daha görünür olmakla kalmıyor, aynı zamanda vicdanları daha derinden yaralıyor. Çünkü yaşananlar, bir jeopolitik gerilimden çıkarak, insan olmanın şartlarının sorgulandığı varoluşsal bir sınava dönüşmüştür. Bu yüzden Filistin’i artık sadece politikayla değil, insanlıkla birlikte düşünmek zorundayız.
[Prof. Dr. Celalettin Yanık, Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanıdır.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.