Gotik Köklerden Romantik Karmaşaya: İki Farklı Vampir Yorumu
Robert Eggers’ın, F.W. Murnau’nun 1922 yapımı sessiz klasiği ‘Nosferatu: Bir Korku Senfonisi’ni yeniden yorumlayarak vampirleri Gotik köklerine döndürmesinden kısa bir süre sonra, bu kez sahneye Fransız yönetmen Luc Besson çıkıyor. Ancak Besson’un yaklaşımı oldukça farklı. Ünlü sinemacı, Le Parisien gazetesine verdiği demeçte kendi duruşunu net bir şekilde ortaya koyuyor.
“Korku filmlerinin hayranı değilim. Drakula’nın da hayranı değilim.”
Besson, ölümsüz kan emicinin hayatından kesitler sunan ve ‘Bir Aşk Masalı’ adını taşıyan yeni filmiyle, Bram Stoker’ın efsanesine beklenmedik bir pencereden bakıyor.
Yüzyıllara Yayılan Bir Lanet ve Sönmeyen Aşk
Bram Stoker’ın romanından esinlenen Luc Besson, Dracula uyarlamasında kontun ölen eşinin reenkarnasyonunu bulma çabasına odaklanıyor. Hikaye, 1480’lerin Romanya’sında başlıyor. Prens II. Vladimir (Caleb Landry Jones) ve Elisabeta (Zoe Bleu), yastık ve yemek savaşları gibi sahnelerle resmedilen tutkulu bir aşk yaşamaktadır.
Ancak Vlad’ın savaşa gitmesiyle her şey değişir. Kötü çekilmiş bir dövüş sahnesinin ardından, sevgilisini bir saldırgandan korumaya çalışırken trajik bir şekilde ölümüne neden olur. Yıkılan prens, bir rahibeye “Tanrı’ya söyle, onu bana geri göndersin,” diye yalvarır. Ancak bu isteği gerçekleşmeyince rahibeyi kazığa oturtur ve Tanrı’yı reddederek kendini yüzyıllar sürecek bir lanete mahkûm eder.
400 Yıl Sonra Paris: Reenkarnasyon Arayışı
Hikaye 400 yıl ileri sararak Paris’e taşınır. Burada Christoph Waltz tarafından canlandırılan ve “Rahip” olarak bilinen (ancak Profesör Abraham Van Helsing olabilecek) bir din adamı, Maria (Matilda De Angelis) adında genç bir kadının davasıyla ilgilenir. Fransız doktorların başlangıçta ‘histeri’ teşhisi koyduğu Maria’nın, aslında sevgilisinin reenkarnasyonunu arayan “efendisi” tarafından dönüştürülmüş bir vampir olduğu anlaşılır.
“Bazen saf ruhlar reenkarne olabilir.”
Bu esnada, kasvetli şatosuna çekilmiş olan lanetli prens, bir umut ışığı bulur: Ölen karısının reenkarnasyonu olabilecek Mina (yine Zoe Bleu). Biraz insan kanıyla kendini tazeleyen Vlad, Mina’nın kalbini kazanmak için yola çıkar. Fakat sonsuz yaşam ve sonsuz acı, kolayca aşılabilecek bir ceza değildir.
Film Analizi: Kaotik Ama Eğlenceli Bir Deneyim
Alışılmışın Dışında Bir Aşk Hikayesi mi?
Ünlü vampirin aşık bir versiyonunu sunmak, Besson’un düşündüğü kadar yenilikçi bir fikir değil. Tod Browning’in 1931 tarihli ‘Dracula’ filmi dahi bir aşk hikayesi olarak pazarlanmıştı. Aslında bu efsane, her zaman lanetli bir adamın sevdiği kadına yeniden kavuşmak için asırlarca beklemesini anlatan nihai bir aşk hikayesi olmuştur.
Eğlenceli Bir Karmaşa
Besson, gerilim veya dehşet yaratmak yerine, lanetli aşk temasını abartılı bir peri masalı estetiğiyle anlatmayı seçiyor. Yönetmen, elindeki tüm araçları kullanarak ortaya tam bir karmaşa çıkarıyor, ancak bu şaşırtıcı derecede eğlenceli bir karmaşa. Filmde şunlar yer alıyor:
- Trajedi ve aksiyon
- Abartılı melodram
- Danny Elfman’ın görkemli müziği
- Seksi sihirli iksirler
- Guillermo del Toro filmlerini andıran bir karnaval sekansı
- Bol miktarda mizah
Beklenmedik Mizah ve Performanslar
Evet, ‘Drakula: Bir Aşk Masalı’ komik bir film. Bu komedi, özellikle Caleb Landry Jones’un Gary Oldman’dan ilham alan performansı, her zamanki gibi harika olan Christoph Waltz ve filmin gizli yıldızı Matilda De Angelis sayesinde karikatürize ama olgun bir yapıya kavuşuyor. Yine de bu mizahın kasıtlı olup olmadığı belirsizliğini koruyor. Belki de en büyük şaka, Gotik korku unsurlarının filmde neredeyse hiç yer almamasıdır.
Sonuç: 2025’in Nefret Edilerek Sevilecek Başyapıtı Olabilir
Bu durum, türün sadık hayranları için kabul edilemez olabilir. Ancak Besson, ciddi bir aşk ve lanet filmi yaratmakta başarısız olurken, istemeden de olsa eğlenceli bir ‘camp’ klasiği ortaya çıkarmış olabilir. Christoph Waltz’un finaldeki “Büyü bozuldu, artık her şey yolunda” repliği, filmin genel havasını mükemmel bir şekilde özetliyor.
Sonuç olarak, ‘Drakula: Bir Aşk Masalı’ vampir mitine taze kan katmasa da, kendine özgü bir deneyim sunuyor. Eggers’ın titiz ve sanatsal ‘Nosferatu’su belirli bir kitleyi hedef alırken, Besson’un filmi çok daha farklı nedenlerle izleyiciyi yakalama veya uzaklaştırma potansiyeline sahip. Eğer yönetmenin bu kaotik frekansına uyum sağlarsanız, bu film 2025’in nefret edilerek sevilecek başyapıtlarından biri olmaya aday.