Toplumsal Bir Virüs: Umursamazlığın Yıkıcı Etkileri ve Sorumluluklarımız

İnsanı Değerli Kılan Duyarlılık ve Duruştur

İnsanın değeri, sahip olduğu duyarlılık ve sergilediği duruş ile ölçülür. Bu özelliklerini yitiren, duruşunu bozan bir birey, manevi olarak en yüksek mertebeden en aşağı seviyeye savrulur ve yaratılış gayesinden uzaklaşır. İşte insanoğlunun en büyük hayal kırıklığı ve kendine verdiği en büyük zarar burada başlar: duyarsızlık ve umursamazlık.

“Boş verme” mantığı, ne yazık ki yanlışın ve batılın yayılmasına zemin hazırlar. Olumsuzluklar karşısında sergilenen “bir şey olmaz” tavrının, insanı zamanla nasıl bir duygu ve düşünce dumuruna uğrattığını, onu nasıl değersizleştirdiğini açıkça görmekteyiz. Bugün gösterdiğimiz umursamazlığın, yarınlarda bize çok daha pahalıya mal olacağını öngörmek zor değildir. Unutmamalıyız ki, umursamazlık eken, en sonunda pişmanlık ve perişanlık biçer.

Toplumsal Bir Virüs Olarak Vurdumduymazlık

Gerçekten de umursamazlık, hızla yayılan bulaşıcı bir virüs gibidir. Toplumsal vurdumduymazlığın bizi ne denli olumsuz etkilediğinin farkında mıyız? Kendi umursamazlığımızla kötülüğün yayılmasına olanak tanıyor, günahın ömrünü uzatıyoruz. Kötülüklerin çıkardığı yangının bir gün iyileri de yakacağını aklımızdan çıkarıyoruz.

Zulme ve haksızlığa karşı duyarsız kalan toplumlar, zamanla zalimlerin yönetimi altına girmeye mahkum olurlar. Allah’ı ve ahiret gününü unutan, kulluk sorumluluklarından kopan bireyler, yaşamın anlam ve amacından hızla uzaklaşır.

Bireysel Çıkarlar Değerlerin Önüne Geçince

Kişisel arzular ve bireysel çıkarlar ön plana çıktığında; ilkeler, ölçüler, değerler, doğrular ve kutsallar ne yazık ki geri planda kalır. Nefsin ve hevanın egemenliği başladığında ise hassasiyetler körelir, samimiyetler zedelenir ve sadakat bozulur. Böyle bir ortamda kimse kimseyi umursamaz, tanımaz ve kimseye destek olmaz. Bu durum, ailenin, akrabalığın, kulluğun ve kardeşliğin içini boşaltarak toplumsal dokuyu tahrip eder.

“Bana ne”cilik, bahanecilik ve bencillik bizi içten içe tüketiyor. Sadece “Allah belasını versin!” demekle sorumluluktan kurtulamayız. Kötülüklere karşı aktif bir duruş sergilemezsek, o kötülükler bir gün mutlaka bizi de bulacaktır.

Sessiz Kalmak Suç Ortaklığıdır

Yaşananlara seyirci kalmak, sinik ve donuk tavırlar sergilemek, acizlerin ve sefillerin tercihidir. “Aldırma geç git” veya “Neme lazım” gibi felsefeler, insanın iflasına ve alçalışına işaret eder. Özellikle gençliği tehdit eden en büyük dertlerden biri de “dertsizlik” derdidir. Her devrin adamı olanlar çoğalırken, her derdin adamı olanlar azalmaktadır.

İnsanların acı ve ıstıraplarını umursamayan, zulme uğrayanların çığlığını duymazdan gelen, merhamet damarları tıkanmış, yüreği nasırlaşmış çağın “umursamayan insanı”, yeryüzünün en büyük talihsizliğidir. Balık istifi bindirildikleri kamyonlarda havasızlıktan ölen veya bindikleri botun batmasıyla denizde boğulan göçmenlerin trajedisi kimin sorumluluğundadır? Bu utanç fotoğrafları kimin umurundadır?

Sorumluluktan Kaçamayız: “Kimse Yoksa Ben Varım!”

Bu umursamazlığın ilahi adaleti harekete geçirmesinden ve bedelinin ağır olmasından korkmalıyız. Bu gidişata bigâne kalamayız, çünkü biz insanız ve Müslümanız; bizim vazifelerimiz var. İnsanlar ölebilir ama insanlığın ölmediğini göstermek bizim görevimizdir. Cesaretle “Kimse yoksa ben varım!” diyebilmeliyiz.

Görmemezlikten gelemeyiz, çünkü her şeyi “Bir Gören” var.

Bilmemezlikten gelemeyiz, çünkü her şeyi “Bir Bilen” var.