Psikolojik Rahatsızlıklarda Damgalanma Tedaviyi Engelliyor
Psikolojik tedaviye ihtiyaç duyan bireylerin karşılaştığı en büyük engellerden biri olan toplumsal damgalanma, tedavi süreçlerini ciddi şekilde olumsuz etkiliyor. Konu hakkında değerlendirmelerde bulunan uzmanlar, psikiyatrinin son 30-40 yılda önemli ilerlemeler kaydetmesine rağmen, hastaların hizmetlere erişiminde toplumsal engellerin devam ettiğini vurguluyor.
Uzmanlar, “İnsanların bu tedavilere ulaşmasına engel olan, psikiyatrik hastalıkların damgalanması gibi bir olguyla karşı karşıyayız. Damgalanma yalnızca hastayı değil, ailesini, çevresini ve ruh sağlığı kurumlarını da etkileyen çok yönlü bir sosyolojik durumdur” ifadeleriyle sorunun ciddiyetine dikkat çekiyor.
Damgalanma Nedir ve Neden Bu Kadar Yaygın?
Damgalanma, bir kişi ya da grubun belirli bir özelliği nedeniyle toplum tarafından değersiz, tehlikeli veya ürkütücü olarak görülmesi olarak tanımlanıyor. Bu durum deri rengi, etnik köken veya dini inanç gibi birçok nedenle ortaya çıkabilse de, psikiyatrik hastalıklarda daha sistematik ve yaygın bir şekilde yaşanıyor.
Bu etiketleme, bireylerin bir ruh sağlığı uzmanıyla aynı ortamda bulunmaktan bile çekinmesine yol açıyor.
“Kişi biliyor ki psikoloğa giderse, tırnak içinde, deli olarak algılanacak. Toplumda deli kavramı, farklı davranan ya da düşünen kişilere yapıştırılan yabancılaştırıcı bir etikettir. Farklı olan çoğunlukla korkutucu geldiği için dışlanır.”
Bu durum sadece Türkiye’ye özgü değil. Türkiye’de Bakırköylü, Elazığlı veya Manisalı olmak gibi ifadeler, bu şehirlerdeki büyük ruh sağlığı hastaneleri nedeniyle damgalama ile özdeşleşmiştir. Benzer şekilde Fransa’da Lyon, Mısır’da İsmailiye gibi şehirler için de aynı durum geçerlidir.
Tarihsel Kökenler ve Günümüzdeki Yansımaları
Toplumun ruhsal hastalıklara mesafeli yaklaşımının Orta Çağ’a uzanan tarihsel kökenleri bulunuyor. Farklı olanın “cadı” ilan edilip dışlandığı dönemlerden bu yana, yabancı olana karşı duyulan korku ve mesafe varlığını sürdürüyor. Günümüzde ise bu durum, “Biz iyiyiz, onlar kötü” anlayışının artmasıyla kendini gösteriyor.
Bu ön yargı, bireyleri tedavi arayışından uzaklaştırıyor. Bir kişi ülser veya şeker hastalığı için doktora gitmekte sakınca görmezken, depresyon veya kaygı bozukluğu yaşadığında bunu “kendi iradesiyle yenebileceğini” düşünüyor. Oysa uzmanlar, bir böbrek taşını iradeyle eritmenin mümkün olmadığı gibi, depresyon veya psikozun da iradeyle aşılamayacağını, bunun tıbbi bir hastalık olduğunu belirtiyor.
İçselleştirilmiş Damga: İyileşmenin Önündeki En Büyük Engel
Damgalamanın en büyük zararı, kişilerin tedavi sistemine dahil olmasını zorlaştırmasıdır. Özellikle bipolar bozukluk veya şizofreni gibi ciddi hastalıklarda, toplumsal baskı nedeniyle insanlar önce geleneksel yöntemlere başvurarak değerli zamanı kaybediyor. Zamanla bu baskı, hastalarda içsel damgalanmaya yol açıyor.
“Kişi kendisine şöyle demeye başlıyor, ‘Evet, benim ruhsal hastalığım var, bu yüzden değersizim, çalışamam, topluma faydalı olamam.’ Bu içselleştirme, iyileşmenin önündeki en büyük engeldir. Kişi kendinden ümidi kestiğinde tedavi arayışından da vazgeçiyor.”
Bu durum, sosyal dışlanmayı da beraberinde getiriyor. Özel sigortaların ruhsal hastalıkları kapsam dışı bırakması, kredi alırken zorluk yaşanması gibi temel vatandaşlık haklarının kullanımında engeller ortaya çıkıyor.
Medyanın Sorumluluğu ve Çözüm Önerileri
Medyada ruhsal hastalığı olan bireylerin genellikle sadece olumsuz olaylarla gündeme gelmesi, başarı hikayelerinin ise görmezden gelinmesi, toplumdaki yanlış algıları pekiştiriyor. Yapılan bir araştırmaya göre, halkın yüzde 40’ı ruhsal hastalıklar hakkındaki bilgiyi medyadan edinirken, bu içeriğin yüzde 50’si olumsuz nitelik taşıyor.
Uzmanlar, bu sorunun sadece eğitimle aşılamayacağını, bilinçaltındaki “ötekine” yönelik korkunun bir ürünü olduğunu belirtiyor. Çözüm için hem bireylere hem de kurumlara görev düşüyor. Ruh sağlığı için destek arayışının, bir diş hekimine gitmek kadar doğal ve normal karşılanması gerektiğinin altı çiziliyor.