Doğu Karadeniz’in Kaybolan Ruhu: Betonlaşma Tehdidi Altındaki Yaylalar ve Dereler

Doğu Karadeniz’in Kaybolan Büyüsü

Bir zamanlar Doğu Karadeniz’e adım attığınızda sizi ıslak toprağın, yosun tutmuş taşların ve bin bir renkli çiçeğin o eşsiz kokusu karşılardı. Sabah serinliğinde, sislerin arasından süzülen horon ezgileri kulaklarınızda çınlardı. Ancak bugün Kaçkarların sert bakışları, Fırtına Deresi’nin coşkun dansı ve yayla yolları, o eski mazilerinden koparılmış gibi duruyor.

Ayder ve Uzungöl’ün Dönüşümü: Cennetten Vitrine

Ayder Yaylası’nda bir zamanlar misafirlerini içtenlikle ağırlayan mütevazı yayla evleri ve semaver çayı eşliğindeki sıcak mısır ekmeğinin yerini devasa otel tabelaları almış durumda. Lokanta masalarını Arapça yazılmış yemek menüleri süslüyor. Tulum sesine karışan sisin yerini, vadilerde betondan yükselen bir suskunluk kaplıyor. Ayder, Çamlıhemşin, Fırtına Deresi ve Uzungöl gibi Karadeniz’in saklı cennetleri, artık birer reklam vitrinine dönüşmüş halde. Özellikle Arap sermayesinin hakim olduğu Uzungöl ve çevresi, betonun soğukluğuna ve duygusuzluğuna teslim olmuş. Eski ahşap evlerin hatırası artık yalnızca kartpostallarda yaşıyor.

Bölgenin demografik yapısı da hızla değişiyor. Örneğin, Ayder’de oturduğumuz bir çay bahçesinin işletmecisi ve tüm çalışanları Araptı. Burada, çiçeklerle süslenmiş kalp şeklindeki bir dekorun önünde fotoğraf çektirmek için işletmeciye 250 TL ödeme yapma zorunluluğu getirilmişti.

Satılan Sadece Toprak Değil, Bellek ve Kimlik

Elbette ülkemize turistlerin gelmesi, gezmesi ve kültürümüzü tanıması önemlidir. Ancak bu süreçte, o topraklarda yüzyıllardır var olan yerel halk için nefes alacak alan kalmıyorsa, kültür ve doğa onların elinden kayıp gidiyorsa, satılan yalnızca toprak parçası değildir. Asıl satılan bellektir, kimliktir.

Eski yayla evlerinde yaz tatili geçiren şimdinin yetişkinleri ve yaşlıları, bu değişen manzarayı gördüklerinde acaba ne hissediyorlardır?

Modern Kuşatma ve Direnişin Cılız Sesi

Bölgede yaşayan insanlar yüzyıllardır doğa ile iç içe, inatçı ve dayanıklı bir yaşam sürmüştür. Ancak son yıllarda Doğu Karadeniz’de yaşamın ritmi bozulmuş görünüyor. Yaylalar turistik yatırımlara, çay bahçeleri lüks restoranlara, pansiyonlar ise dev otellere dönüşmüş. Yöre insanı ya toprağını satmış ya da sessizce bir kenara çekilmiş durumda. Toprağını terk etmeyen yaşlılar, betonlaşan vadilerde kaybettikleri geçmişin izlerini arıyor. Yine de az da olsa toprağına ve doğasına sahip çıkmak için direnenler var. Genç girişimciler, organik tarım ve eko-turizm gibi projelerle yeni bir denge kurmaya çalışıyor. Sayıları az, sesleri cılız olsa da bu halk, köklerine sıkı sıkıya bağlıdır.

Barajlarla Susturulan Nehirler: Çoruh ve Şavşat

Doğu Karadeniz’in en güçlü damarlarından biri olan Çoruh Nehri, bugün onlarca barajla kesilmiş ve yatağından uzaklaştırılmıştır. Aynı acı kaderi, UNESCO tarafından 2015’te “Sakin Şehir” ilan edilen Şavşat’ın deresi de paylaşıyor. Bu projeler, bölgesel kalkınmadan çok merkezi sermaye gruplarına kazanç sağlıyor. Oysa Çoruh ve Şavşat, sadece su değil; endemik bitkiler, balık türleri ve sayısız canlı için birer yaşam alanıdır.

Sular Altında Kalan Vatan: Yusufeli

Büyük şair Nâzım Hikmet’e sürgün yıllarında vatan özlemi sorulduğunda şu cevabı verir:

“İnsanı söküp atabilirsiniz vatanından. Ama, vatanı söküp atamazsınız insanın yüreğinden.”

Yeri değiştirilen Yusufeli ilçesine ve halkının serzenişine kulak verince, Nâzım’ın bu sözleri akla geliyor. Yusufelililer, eski yerleşim yerlerinin üzerine kurulan baraja baktıklarında, suyun yüzeyinde çırpınarak boğulan geçmişlerini görüyor olmalılar.