Korku Maskesi: Nefret ve Zulmün Gerçek Yüzü

Nefretin Ardındaki Gerçek: Korku

Pek çok kişi nefreti, öfke veya ön yargı gibi yüzeysel duygularla açıklamaya çalışır. Ancak bu, buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. Asıl dehşet verici kütle, suyun altında, akıl almaz derinliklerde saklanan ilkel korkudur. Fırtınanın yüzeydeki köpükleri olan öfke ve ön yargının aksine, temel mesele, insanın derindeki bu korkuyla, yani kendine benzemeyenle, tanımladığı “öteki” ile başa çıkma konusundaki aciziyetidir.

Korkuyu Meşrulaştıran Hikayeler

İnsan, kendi içindeki bu yetersizlikle yüzleşmekten kaçındığında, en tehlikeli silaha başvurur: hikayelere. Korkusunu bir maske gibi kullanarak zulmünü haklı çıkaracak anlatılar yaratır. Kendisine benzemeyeni aşağılamak, onu ahlaksız, tehlikeli ve hatta insan dışı bir varlık olarak göstermek için nesillerdir aktarılan masalları yeniden benimser. Bu yaftalar, korkuyla beslenen silahlara dönüşür ve bu silahlarla inşa edilen ırkçılık ve ayrımcılık gibi kurumsal yapılar, nefreti normalleştirerek ona toplumsal bir meşruiyet kazandırır. Zulmün ilk adımı, zalimin kendi korkaklığını bir başkasının onurunu çiğneyerek gizleme çabasıdır.

Tarihten Günümüze Zulmün Mekanizması

Bu acı verici mekanizmanın en kanlı örneklerinden biri Nazi Almanyası‘nda yaşanmıştır. Bütün bir ulus, kendi içlerindeki Yahudilerden, Romanlardan ve muhaliflerden korkmaya ikna edildi. Bu gruplar “aşağı ırk”, “parazit” ve “tehlike” olarak etiketlendi. Bu korku maskesinin arkasına saklanan sıradan insanlar; komşular, esnaflar ve aile babaları, tarihin en büyük vahşetlerinden birinin uygulayıcısı haline geldi. Gaz odalarını inşa edenler yalnızca nefret dolu canavarlar değil, aynı zamanda kendilerine söylenen yalanlara inanacak kadar korkak ve bu yalanlarla yüzleşemeyecek kadar aciz bireylerdi.

Korkunun Modern Maskeleri

Ancak korkuyla beslenen bu zulüm mekanizması, tarihin tozlu sayfalarında kalmış bir olgu değildir. Bugün, aynı canavarın farklı maskelerle dünyanın çeşitli coğrafyalarında yeniden ortaya çıktığını görüyoruz. Filistin‘de bir halkın varoluş mücadelesinde veya Doğu Türkistan‘da bir kültürün sessiz feryadında, aynı korkunun, aynı yaftalamanın ve “öteki”ni değersizleştirerek hayatını “harcanabilir” görme acımasızlığının izlerini bulmak mümkündür.

Zalimliğin Psikolojisi: Amaç mı, Araç mı?

Batı’daki bazı çevreler, bu tür eylemleri “zalimliğin kendisi bir amaçtır” diyerek yüzeysel bir şekilde açıklar. Oysa zalimlik bir amaç değil, bir araçtır. Zulüm, zalimin kendi içindeki korku okyanusunu geçici olarak dindirmek, aciziyetini örtmek ve korkaklığını sahte bir güç gösterisiyle maskelemek için başvurduğu bir uyuşturucudur. Vahşet seviyesi arttıkça, korkağın hissettiği anlık rahatlama da artar.

Maskeyi Düşürmek ve Gerçekle Yüzleşmek

Bu gerçeği anladığımızda, zalimin maskesi düşer. Karşımızda duranın güçlü bir varlık olmadığını, tam aksine farklı olanın varlığından dahi dehşete kapılan, aciz bir ruh olduğunu fark ederiz. Bu durum onları daha az tehlikeli kılmaz, fakat onlara karşı nasıl daha sağlam durmamız gerektiğini öğretir.

“Hoşgörüsüzlüğü hoş görürsek, sonunda hoşgörenler ve hoşgörü yok olur.” – Karl Popper

Hoşgörüsüzlüğün temelindeki korkuyu ortaya çıkarmak, ona karşı verilecek en etkili entelektüel mücadeledir. Bizim görevimiz, o maskeye kanmamaktır; nefretin yüksek sesine değil, onun ardındaki korkağın aciz fısıltısına odaklanmaktır. Çünkü bir zalimin en büyük gücü silahları değil, bizim onun maskesini gerçek sanma yanılgımızdır. Bu yanılgı ortadan kalktığında, zulmü besleyen kaynaklar da kendiliğinden kuruyacaktır.