ABD’nin Hizbullah Planı: Lübnan’da Silahsızlanma Baskısı ve Bölgesel Dengeler

ABD’nin Hizbullah’ı Silahsızlandırma Stratejisi ve Olası Sonuçları

Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Hizbullah’ı silahsızlandırmaya yönelik çabalarını ve bu siyasetin bölgedeki potansiyel yansımalarını analiz etti. Trump yönetiminin bu konudaki ısrarcı tutumu, Lübnan ve Orta Doğu’da yeni bir dönemin habercisi olabilir.

Trump Yönetiminin Değişen Lübnan Politikası

Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte ABD’nin Lübnan politikası, diplomatik baskı üzerine kurulu yeni bir evreye girdi. Başlangıçta talepler, İsrail ile Hizbullah arasındaki ateşkesin korunması ve örgütün Litani Nehri’nin güneyindeki askeri varlığını sonlandırmasıyla sınırlıydı. Ancak geçen altı aylık süreçte bu talepler genişledi ve ABD, Lübnan’a sağlanacak siyasi ve mali desteği doğrudan Hizbullah’ın tamamen silahsızlandırılması şartına bağladı.

Diplomatik Baskının Yüzleri: Ortagus ve Barrack

Bu politikanın ilk uygulayıcılarından biri olan Orta Doğu Temsilci Yardımcısı Morgan Ortagus, Beyrut ziyaretlerinde İsrail yanlısı tutumunu gizlemedi. Hizbullah’ın hükümette yer almasını engelleme çabası başarısız olurken, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarına sessiz kalması ve yüzlerce sivilin ölümünü göz ardı etmesi, Lübnan’da ABD’ye karşı ciddi bir güvensizlik yarattı. Ortagus’un diplomatik teamüllere aykırı tavırları sonrası Trump, Lübnan dosyasını Lübnan asıllı Hıristiyan iş adamı Tom Barrack‘e devretti.

Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olarak da atanan Barrack, geniş bir hareket alanına sahip oldu. Suriye ve Lübnan sorunlarını bir bütün olarak ele alma niyetini gösterse de, temel hedef değişmedi: Hizbullah’ın tamamen silahsızlandırılması. Barrack’ın, Lübnan’ın yeniden ‘Bilad-ı Şam’ın bir parçası olabileceği’ yönündeki tarihsel referanslı tehdidi ise Lübnanlı Hıristiyanlar başta olmak üzere ülkede büyük tepki çekti.

Lübnan Hükümeti ve Hizbullah’ın Tutumu

ABD’nin baskıları, öncelikli olarak Devlet Başkanı Joseph Aun ve Başbakan Nevaf Selam‘ı hedef alıyor. Trump yönetimi, bu iki liderden somut adımlar atarak Hizbullah’ın silahsızlanma sürecini bir takvime bağlamasını bekliyor. Aun ve Selam ise iç güç dengeleri ile uluslararası talepler arasında sıkışmış durumda. Atılacak yanlış bir adım, ülkeyi yeni bir iç çatışmaya sürükleyebilir.

Aun, son açıklamasında Hizbullah’a silahlarını orduya teslim etme çağrısında bulunarak, bunun karşılığında İsrail’in işgal ve saldırılarını durdurmasını içeren bir öneriyi ABD’ye sunacaklarını belirtti.

Hizbullah Nasıl Karşılık Verecek?

Hizbullah lideri Naim Kasım, silah bırakma çağrılarının yalnızca İsrail’in çıkarlarına hizmet ettiğini ve örgütün asla teslim olmayacağını vurguluyor. Ancak örgüt, geçen yılki savaşın verdiği zararın ve değişen bölgesel dengelerin farkında. Bu nedenle, İsrail’in saldırılarını durdurması karşılığında füzeler ve İHA’lar gibi ağır silahlarını orduya teslim etmeyi pazarlık masasına getirebilir. Yine de, kendi varlığını korumak için belirli bir silah gücünü elinde tutmak isteyeceği öngörülüyor.

Bölgesel Etkiler ve Kalıcı Çözüm Arayışı

İsrailli yetkililerin, askeri gücü zayıflamış bir Hizbullah’ın tamamen silahsızlanmasını ne kadar önemsediği ise belirsizliğini koruyor. Bazı çevreler, zayıflamış bir Hizbullah’ı ‘kullanışlı bir düşman’ olarak görme eğiliminde olabilir. Ancak örgütün yeniden güçlenme potansiyeli, İsrail için uzun vadeli bir risk teşkil ediyor.

Sonuç olarak, Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve İsrail işgalinin sona ermesi Lübnan’ın normalleşmesi için kritik adımlar olsa da, tek başına yeterli değildir. Doç. Dr. Atlıoğlu’na göre, asıl sorun ülkedeki mezhepçi sistemin kendisidir. Bu sistem tasfiye edilmedikçe, Hizbullah ortadan kalksa bile benzer yeni bir örgütün ortaya çıkması her zaman mümkündür.

[Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.