Analog Düşüncenin Son Tanıkları
Asırlık bir çınarın gölgesinde otururken, gözlerimi kapattığımda duyduğum şey kuşların cıvıltısı değil, çok daha derinden gelen bir ritim: insan düşüncesinin o el değmemiş, analog ritmi. Tıpkı eski bir el yazması eserde mürekkebin izlerinden kâtibin ruh halini okuyabildiğiniz gibi, çıplak insan zihninin de kendine has bir musikisi vardır. Sebep-sonuç arasında salınan, duraksayan, şahlanan, unutan ama hatırlayan bu kırılgan tefekkür sanatı, belki de son kez bizim neslimiz tarafından deneyimleniyor. Zihinleri henüz silikon ve ışıktan bir buluta bağlanmamış, hafızası kendi et ve kemiğinden ibaret muhtemel son insanlarız. İnsanlık tarihinin o kadim parşömeninde bizim hikâyemizi anlatan mürekkep kururken, yeni bir sayfaya bambaşka bir şeyin yazılmakta olduğunu hissediyorum.
Yeni Bir Zihinsel Evrim: Yapay Zekâ Nesli
Gözlerimi açtığımda ise beni karşılayan, ekranların soğuk ve mavi ışığı oluyor. Artık çocuklarımızla aramızdaki fark, bir nesil farkından öte; bir bilişsel mimari farkı. Onlar, düşünme eylemini neredeyse ortadan kaldıran yapay zekâ asistanlarıyla zihinlerini geliştiriyor. Bizim sabırla bir abaküsle uğraşmamız gibi fıtrî düşünce biçimlerini belki hiç tanımayacaklar. Onlar için hafıza, çaba gerektiren bir yeti değil, anında erişilen sonsuz bir depo olacak. Sezgi ise binlerce yıllık biyolojik birikimin fısıltısı yerine, milyarlarca veriyi tarayan bir algoritmanın olasılık sunumu haline gelecek. Bu, biyolojik bir türleşme değil; ama ondan çok daha derin, baş döndürücü bir zihinsel devrim.
Tarihin Tekerrürü: Golem Efsanesinden Günümüze
Bir tarih seyyahı gibi baktığımda, insanlığın bu tür büyük kopuşları daha önce de yaşadığını görüyorum. Sözün uçup gittiği çağdan, her şeyin taşa kazındığı yazı medeniyetine geçişin sancılarını düşünün. Veya el yazmalarının matbaayla binlerce kopyaya dönüşerek bilgiyi demokratikleştirdiği o büyük devrimi… Hatta Prag sokaklarında anlatılan kadim Golem efsanesi, insanın çamurdan yarattığı hizmetkârın, gücü efendisininkini aştığında nasıl bir tehdide dönüştüğünü anlatır. Bizim neslimiz de tam olarak böyle bir eşikte duruyor.
Köprü Neslin Sorumluluğu: Arşiv ve Bulut Arasında
Bizler, iki kıyının da yolcusuyuz. Bir ayağımız, yaşanmışlığın demlendiği, sabrı ve tefekkürü öğreten bir irfan Arşivi’nde. Diğer ayağımız ise anlık, bağlamsız ve sarhoş edici bir hız vaat eden sonsuz bir veri Bulutu’nda. Tarihin bize biçtiği en ağır ve onurlu görev bu: Bizler, Arşiv’in bilgeliğini Bulut’un gücüne tercüme etmekle yükümlü Köprü Nesil’iz.
Bu köprünün üzerinde yürürken asıl soru, bu yeni zekâyla neleri başarabileceğimiz değil. Asıl soru şu: Bu süreçte insan olmaya dair neleri koruyacağız? Merhameti, şefkati, yani bizi biz yapan o en temel ahlaki özü, bu yeni hibrit zihne nasıl aktaracağız?
En Büyük Tehlike: Anlamsız Verimlilik Tuzağı
Bu büyük zihinsel evrimin en tehlikeli tuzağı, her şeyi ölçülebilir kılan verimliliğin, ölçülemeyen “anlamı” yutmasıdır. Bu, Latif’in deyişiyle “Anlamsız Verimlilik Tuzağı”dır. Bu tuzağa düşmemek için üç temel ilkeye dikkat etmeliyiz:
- Fıtrî Tefekkür Alanları Yaratmak: Zihinlerimizin de teknolojiden arındırılmış, kendi kendine kalıp düşünebileceği, derin okumalar yapabileceği zaman ve mekânlara ihtiyacı var. Kendi içimizdeki Arşiv’i canlı tutmalıyız.
- Ahlaki Pusulayı Kalibre Etmek: Kendimize ve çocuklarımıza “Bu teknolojiyle ne yapabilirim?” sorusundan önce, “Bununla ne yapmalıyım?” sorusunu sormayı öğretmeliyiz. Empati ve etik sorgulama, yapay zekâ okuryazarlığından daha önceliklidir.
- Hikmeti Veriye Tercih Etmek: Bulut’un sunduğu hızlı cevapların cazibesine kapılmadan, Arşiv’in sunduğu meşakkatli ama irfan dolu bilgeliğe değer vermeliyiz. Asıl marifet her şeyi bilmek değil, neyin bilinmeye değer olduğunu bilmektir.
Yüz yıl sonra, torunlarınız bu döneme ait zihinsel fosillerinizi incelediğinde ne görecek? Kâğıda sinmiş mürekkebin ve insan ruhunun o nazenin uyumunu yansıtan bir hikmet mirası mı, yoksa bir algoritmanın verimliliğine teslim olmuş bir iradenin sessizliğini mi?