Geçmişten Günümüze Türk Medyasında İsrail Algısı
Yaklaşık 10-15 yıl öncesine kadar Türk medyasında etkili konumda olan bazı isimler, İsrail’in Filistin’e yönelik her saldırısında, manipülatif bir savunma mekanizması geliştirirdi. Oysa İsrail’in tarihi, Filistin topraklarının işgali ve Filistinlilerin katledilmesiyle doludur. Bu durum, sayısız olayla kanıtlanmıştır.
Tarih Boyunca İsrail Katliamları
Siyonist politikaların kanlı izleri tarihte açıkça görülmektedir. Başlıca katliamlar şunlardır:
- 1948: Siyonist Irgun çetesinin Deir Yasin, Hayfa, Tantaura, Lida, El Tira, Safsaf ve Davayime Köyü katliamları.
- 1953: Ariel Şaron’un gerçekleştirdiği Kibya Köyü katliamı.
- 1956: Samu katliamı.
- 1970: Sha’da bir okulun bombalanması sonucu 46 çocuğun hayatını kaybettiği katliam.
- 1982: Sabra ve Şatilla katliamı.
- 1990 ve 2002: Kudüs ve Cenin katliamları.
Bu süreçlerde, Türk medyasındaki bazı kalemler, İsrail’in katliamlarına sürekli olarak mazeretler üretme çabası içinde oldu. Vatanlarını savunan Filistinlileri “terörist” olarak nitelendirmekle kalmayıp, sivil ölümlerin sorumluluğunu “Sivillerin arasına saklandılar” veya “Çocukları kendilerine kalkan yaptılar” gibi ifadelerle yine Filistinlilere yüklediler.
PKK ve Filistin Direnişi Benzetmesi
Bu çevreler, Türk kamuoyunda bekledikleri desteği bulamayınca, özellikle 90’lı yıllardan itibaren yeni bir analojiye başvurdu. Sıkça dile getirdikleri argüman şuydu: “Biz nasıl ki PKK’lı teröristlere karşı savaşıyorsak, İsrail de Filistinli teröristlere karşı savaşıyor.” Hatta bazıları daha da ileri giderek, Türkiye’nin İsrail’i örnek alması gerektiğini, sivil ayrımı yapmaksızın acımasız ve kolektif cezalandırma yöntemlerine başvurması gerektiğini ima etti. Bu söylem, İsrail’i aklama çabasıyla PKK ile Filistin direnişini eşitlemek anlamına geliyordu ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti ile işgalci İsrail’i bir tutuyordu.
7 Ekim Sonrası Neden Sessizler?
Peki, aynı çevreler neden 7 Ekim sürecinden sonra bu benzetmeye sarılamadı? Çünkü İsrail’in, “İkinci İsrail” olarak gördüğü bir Kürt devleti kurma hedefiyle PKK’yı desteklediği gerçeği gün yüzüne çıktı. ABD’nin de PKK’nın Suriye kolunu “Kara ordumuz” olarak tanımladığı unutulmamalıdır. Bu nedenle, Gazze’deki soykırım karşısında eski argümanlarını tekrarlayamadılar. İsrail’in sivil ve çocuk öldürmek için bir bahaneye ihtiyacı olmadığı artık daha netti.
Bunun yerine farklı yöntemlere başvurdular. Soykırımın başında “Araplar bizi sırtımızdan vurdular” diyerek, Filistinli mazlumların yalnız bırakılması gerektiğini telkin ettiler. Bazıları ise “İsrail önemli bir halktır. İsrail bir demokrasidir, tüm Ortadoğu’dan daha demokratiktir. İsrail hukukun egemen olduğu, halkının da aydın olduğu bir ülkedir” gibi övgüler düzdü. Bir tarihçi ise “Eskiden Filistinli demek, arazi satıp yaşayan insan demekti” şeklinde utanç verici bir iftirada bulundu.
Öcalan’dan ‘Proto-İsrail’ Uyarısı
Bu figürlerin İsrail aklayıcısı mı yoksa doğrudan adamları mı olduğu sorusu akıllara gelirken, Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki notları dikkat çekiyor. Öcalan, kendisine atfedilen notlarda şu ifadeleri kullanmıştır:
“İsrail, ‘Kürtleri devlet sahibi yapacağız’ diyor. Zamanında bunların bana sunmadığı teklif kalmadı. Ben bunlardan kaçtım. Bakın Gazze diye bir şey kaldı mı? Ondan sonra Filistin diye bir şey kaldı mı? Böyle devam ederse Anadolu’dan da bir şey kalmaz. Proto-İsrail’in Türkiye’deki adamlarını, sistemlerini saymak bile istemem…”