Boğaziçi’nin Tarihi İncisi: Mirgün Köşkü’nün Gizemli Hikayesi ve Mimari Zarafeti

Boğaziçi’nin Tarihi İncisi: Mirgün Köşkü’nün Gizemli Hikayesi ve Mimari Zarafeti

Boğaziçi’nin en zarif semtlerinden Emirgân’da, geçmişin estetiğini günümüze taşıyan Mirgün Köşkü, hem köklü tarihi hem de büyüleyici mimarisiyle öne çıkan eşsiz bir yapıdır. Bu köşk, adını aldığı semtin eski ismi olan “Mirgün” ile anılmaktadır.

“Seracem” Belgeseli ile Köşkün Hikayesi Ölümsüzleşiyor

Mirgün Köşkü’nün zengin geçmişi ve mimari incelikleri, “Seracem” adıyla hazırlanan bir belgesel projesiyle ekranlara taşınıyor. Toplamda 4 bölüm ve 120 dakika sürecek olan bu belgesel, köşkün inşa edildiği dönemin sosyal yaşamını, mimari detaylarını ve bölgeyle olan tarihsel bağını izleyicilere aktarmayı hedefliyor.

Bir Prensin Vezirliğe Uzanan Tarihi Yolculuğu

Köşkün ve semtin ismi, IV. Murat‘ın 1635 yılındaki İran Seferi sonrasında İstanbul’a getirdiği Safevi Prensi Emir Gûne‘den gelmektedir. Emir Gûne’nin soyundan geldiği rivayet edilen ressam Ahmet Mirgün ise köşkün hem sahibi hem de isminin yaşatılmasındaki kilit figürdür.

Emir Gûne, Revan Kalesi’ni savaşmadan Osmanlı’ya teslim etmesi üzerine Sultan IV. Murat tarafından ödüllendirilmiştir. Padişah, ülkesinde hain olarak görülecek bu prensi İstanbul’a getirerek ona vezirlik rütbesi vermiş ve adını Yusuf Paşa olarak değiştirmiştir. Kendisine hediye edilen Nişancı Feridun Bey’in bahçesi, zamanla “Emirgûne Bahçesi”, “Mirgün Bahçesi” ve son olarak günümüzdeki adı olan “Emirgân” ismini almıştır.

Ahşap Yapı ve Bir Dönemin İnancı

Mirgün Köşkü ile ilgili en eski resmi kayıt 1932 yılına aittir ve bu belgede köşkün sahibi olarak Hıdiv İsmail Paşa’nın torunu Mehmet Tahir Paşa gösterilmektedir. Hıdiv ailesinin Boğaziçi’ndeki yapılarında ahşabı tercih etmesinin ardında ilginç bir inanış yatar. O dönemde yaygın olan bu inanca göre, ahşap evler de insanlar gibi ölümlüdür; zamanla yaşlanır ve sahipleriyle birlikte “ölürler”.

Tanzimat Döneminin Mimari İmzası

Toplam 1500 metrekarelik bir arazi üzerine kurulu olan köşk, Tanzimat Dönemi mimarisinin karakteristik özelliklerini taşır. Oval pencerelere sahip cihannüması, abartıdan uzak sade duruşu ve kafessiz pencereleri, yapının 1800’lerin son çeyreğinde inşa edildiğine işaret eder.

Köşkün girişinde ziyaretçileri şu zarif ifadeler karşılar: “Safa ile oturunuz efendim, buyurunuz efendim, safa geldiniz efendim.” Alt katta, yalnızca misafirlerin kullanımı için ayrılmış özel bir oda bulunur. Bu oda, misafirin dinlenmesi, banyo yapması ve hazırlanması için tasarlanmış olup, Osmanlı’nın misafirperverlik kültürünün somut bir örneğidir.

Zarif Ahşap İşçiliği ve Boğaz Manzaralı Balkon

Köşkün iç mekanlarında kare planlı odalar yer alır. Üst katlara ulaşım, biri hizmetliler diğeri ise ev sahipleri için olmak üzere iki ayrı merdivenle sağlanır. Ev sahiplerinin kullandığı merdivenin tırabzanları, dönemin ahşap işçiliğinin en nadide örneklerini sergiler. İkinci katta bulunan odalardan biri, Boğaz’ın eşsiz manzarasına açılır. Bu odanın dantel gibi işlenmiş balkon korkulukları, köşkün sanatsal değerini artıran önemli bir unsurdur.

Gökyüzünü İzlemek İçin Tasarlanan Cihannüma

Köşkün üçüncü katındaki cihannüma, dört bir yanı oval pencerelerle çevrili, yalnızca gökyüzünü izleme amacıyla tasarlanmış özel bir bölümdür. Çatısı yıldız şeklinde dizayn edilen bu alan, iç kısımdaki ahşap konsollarla estetik bir bütünlük kazanır. Köşk, 2010-2011 yıllarında gerçekleştirilen titiz bir restorasyonla aslına uygun olarak yenilenmiştir. Günümüzde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nün kararıyla Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi (OMAR) olarak kültürel hizmet vermektedir.