Türkiye’de Kimlik Siyaseti Yeniden Gündemde
Son dönemde ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan açıklamalar, Türkiye’deki kimlik siyaseti ve devlet yapısı arasındaki hassas dengeyi bir kez daha tartışmaya açtı. Bu üç farklı kanaldan gelen beyan, kimliklerin anayasal yurttaşlık ilkesinin önüne konulmasını teşvik eden ve laik Cumhuriyet’in temelini sarsan ortak bir siyasi zihniyeti yansıtıyor. Bu yaklaşımın, Türkiye’yi çok kimlikli ve mezhep temelli bir siyasi modele, bir nevi “Lübnanlaşma” sürecine sürükleme riski taşıdığı belirtiliyor.
Ulus-Devletin Zayıflatılması ve Mezhepsel Bölünme Riski
ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın “güçlü ulus-devletler İsrail için tehdittir” ve “Arap ülkelerinin merkezi yapıya kavuşması İsrail açısından risk oluşturur” şeklindeki sözleri, bir dış politika analizi gibi görünse de Türkiye’nin iç siyasi yapısını hedef alan ideolojik bir mesaj içeriyor. Barrack’ın Osmanlı’daki “millet sistemi”ni Türkiye için bir model olarak sunması, yurttaşlık yerine cemaat aidiyetini merkeze alan bir siyasi yapıyı meşrulaştırma çabası olarak yorumlanıyor.
Amin Maalouf’un “Ölümcül Kimlikler” kitabında belirttiği gibi, kimlikleri mutlaklaştırmak onları ölümcül hale getirir. Maalouf, “bütün bir kimliği, öfkeyle ilan edilen tek bir aidiyete indirgeyen o dar, sığ, yobaz, kolaycı yaklaşımın” barışı değil, çatışmayı beslediğini vurgular.
Cumhuriyet, bireyi cemaatlerin gölgesinden çıkarıp eşit bir yurttaş haline getiren tarihsel bir devrimdir. Bu nedenle Barrack’ın önerisi, Türkiye’yi yeniden etnik ve mezhepsel grupların siyasi pazarlık yaptığı bir ortama çekme amacı taşımaktadır.
Bahçeli’nin Önerisi: Eşitlik mi, Denetimli Temsil mi?
Devlet Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri Alevi, biri Kürt olabilir” şeklindeki çıkışı, ilk bakışta çoğulcu bir jest gibi algılansa da temelde eşit yurttaşlık ilkesini zedeleyen bir “lütuf” diline dayanmaktadır. Bu yaklaşımda kimliklerin temsili, anayasal bir hak zemininde değil, merkezden kontrol edilen bir kota sistemi olarak tasavvur edilmektedir.
Muzaffer İlhan Erdost’un deyişiyle, “Ulus; her soyun kendi kabuğunu çatlatıp özgürce katıldığı, eşit bir birlikteliktir”.
Bahçeli’nin önerisi, Aleviliği veya Kürtlüğü eşit yurttaşlık statüsüne yükseltmek yerine onlara bir tür “izinli görünürlük” sağlamayı hedefliyor. Bu durum, kimlikleri siyasi birer rehineye dönüştürme potansiyeli taşımaktadır.
Erdoğan’ın Ümmetçi Yaklaşımı ve Laikliğin Aşınması
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi çizgisinde öne çıkan ümmetçi yönelim, yalnızca laik yurttaşlık ilkesini zayıflatmakla kalmıyor, aynı zamanda vatandaşları dini aidiyetlerine göre sınıflandıran bir sistem kuruyor. Bu sistemde devlet, tüm yurttaşlara eşit mesafede durma ilkesini sistematik olarak ihlal etmektedir. Günümüzde yaşanan bazı sorunlar bu durumu kanıtlar niteliktedir:
- Türkiye’de zorunlu din dersi uygulaması devam etmektedir.
- Devasa bir bütçeye sahip Diyanet İşleri Başkanlığı, yalnızca Sünni İslam anlayışını referans alarak diğer inançları dışlamaktadır.
- Cemevleri hâlâ yasal olarak ibadethane statüsünde tanınmamaktadır.
- Kamudaki mülakat sistemi, liyakat sahibi Alevi yurttaşların sistematik olarak elenmesine yol açmaktadır.
- 2025 yılı itibarıyla kabinede, valiliklerde veya rektörlüklerde Alevi kökenli tek bir yöneticinin dahi bulunmaması, bu dışlamanın kurumsal bir boyut kazandığını göstermektedir.
Talep Lütuf Değil, Anayasal Haktır
Aleviler, ne Barrack’ın mezhepçi modelini, ne Bahçeli’nin kota sistemini, ne de Erdoğan’ın dışlayıcı politikalarını kabul etmek zorunda değildir. Alevilerin talebi son derece açık ve nettir: Eşit, özgür ve laik bir yurttaşlık temelinde devletle ilişki kurmak. Bu bir lütuf değil, vazgeçilmez bir anayasal haktır. Alevilerin dile getirdiği temel talepler, sadece bir topluluğun haklarını değil, tüm Türkiye’nin demokratik geleceğini ilgilendirmektedir:
- Zorunlu din derslerinin kaldırılarak inanç özgürlüğünün tam anlamıyla sağlanması.
- Cemevlerinin ibadethane olarak tanınması ve eşitlik ilkesinin hayata geçirilmesi.
- Madımak Oteli’nin bir utanç müzesine dönüştürülerek toplumsal yüzleşmenin sağlanması.
- Laikliğin gereği olarak Diyanet’in mevcut yapısının gözden geçirilmesi.
- Laikliğin devletin tüm kurumlarında ilkesel düzeyde uygulanması.
Sonuç: Yurttaşların Eşitliği ve Cumhuriyetin Savunusu
Toplumsal barış, kimliklerin siyasi pazarlık masalarında paylaştırılmasıyla değil, anayasal eşitlik temelinde kurulabilir. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” tanımı, köken veya inanca değil, ortak yurttaşlık bağına dayanır. Bugün bu ilkeyi savunmak, yalnızca tarihsel bir sorumluluk değil, aynı zamanda demokratik bir zorunluluktur. Alevilerin eşitlik talebi, aslında tüm toplumun ortak çıkarınadır. Çünkü ancak Cumhuriyetin eşitlikçi, laik ve yurttaşlık temelli yapısı korunursa, bu topraklarda yaşayan herkes kimliği ve inancıyla özgürce bir arada yaşayabilir.
MAHMUT ASLAN
PİR SULTAN ABDAL 2 TEMMUZ VAKFI BAŞKAN YARDIMCISI, YAZAR