Mehmet Âkif’in Vefatı ve Son Günleri
İstiklal Marşı şairi Mehmet Âkif Ersoy‘un vefatı, dönemin gazetelerinde çeşitli açılardan ele alınmıştır. 29 Aralık 1936 tarihli Tan gazetesi, merhumun defnedildiği yeri şu şekilde aktarmıştır:
“Merhumun defnedildiği yer, Edirnekapı Şehitlik karşısındaki kabristandır. Burada eski dostlarından ve Üniversite profesörlerinden merhum [Babanzâde] Naim yatmaktadır. Üstadın makberesi, onun yanındadır. Biraz daha ileride merhum şair Süleyman Nazifin makberesi vardır.”
Aynı gazetenin 3. sayfasında Burhan Felek‘in “Şair Akif Öldü!” başlıklı yazısı ve 6. sayfasında damadı Ömer Rıza Doğrul‘un “İstiklâl Marşı Şairi Akifin Son Günleri” başlıklı makalesi yer almıştır.
Burhan Felek’in Gözünden Değer Bilinmezlik
Burhan Felek, yazısında Türkiye’de yetişen değerli insanların kıymetinin bilinmemesinden yakınarak Mehmet Âkif’in unutulmaması gerektiğini vurgulamıştır:
“Dün nâşını toprağa gömdüğümüz adamı da yarın nisyana gömmiyeceğimizi pek te temin edemiyeceğimiz büyük Türk şairi Akif, bunlardan biridir… Ben bu büyük şairle şahsen görüşmüş değilim. Fakat hayatımda bana şiir heyecanını yaşatan, sözler ile duygularımı avucunun içine alıp yuğuran yegâne adamdır… Umalım ve temenni edelim ki; şair Akifin şiirlerindeki sönmiyen mukaddes alev, bizim ve bizden sonrakilerin vicdanlarımızı aydınlatarak kıymetlere hürmet etmenin bir insanlık zarureti ve borcu olduğunu ilelebet gösteredursun.”
Ömer Rıza Doğrul’un Kaleminden Âkif’in Son Anları ve Hayalleri
Damadı Ömer Rıza Doğrul ise, Âkif’in son anlarına kadar bilincini koruduğunu ve memleket meseleleriyle ilgilendiğini belirtmiştir. Doğrul’un aktardığına göre, Âkif’in gerçekleştiremediği büyük projeleri de vardı. Bunlardan en önemlisi İstiklâl Harbi’nin destanını yazmaktı. Mısır’a çekilme nedenlerinden biri de bu eseri kaleme almaktı. Ancak Diyanet İşleri Riyaseti’nin Kur’an tercümesi teklifi bu planını ertelemesine neden oldu. Âkif, bu görevi “istemeye istemeye” kabul etmek zorunda kalmıştı. Ayrıca, İslam tarihinin en etkileyici olaylarından biri olan Haccetül Veda‘yı ve Selahaddin Eyyubi’nin kahramanlıklarını anlatacak bir piyes yazmayı da planlıyordu.
Vefat Haberlerinin Ortaya Çıkardığı Gerçekler
Dönemin gazetelerindeki haberler incelendiğinde, Mehmet Âkif’in vefatı etrafında şekillenen siyasi ve toplumsal atmosfer hakkında önemli tespitler yapılabilmektedir:
- İstenmeyen Adam: Mehmet Âkif, Mustafa Kemâl ve Totaliter Rejim tarafından “İrticâ”yı temsil eden “istenmeyen bir adam” olarak görülüyordu. Rejim, Âkif’in eserlerini ve fikirlerini unutturmaya çalışsa da halk onu unutmamıştı.
- Tahrif Edilen Mülakatlar: Vatanına döndüğünde basına verdiği bazı mülakatlar, gazeteler tarafından tahrif edilerek Kemalizmi öven bir içerikle sunulmuştu. Âkif’in o günün şartlarında bunları tekzip etme imkânı yoktu.
- Resmî Kayıtsızlık ve Halkın Vefası: Vefat ettiğinde ne “Mutlak Şef” ne de hükümet yetkililerinden bir taziye mesajı yayımlandı. Cenazesi bilinçli olarak sade bir törenle geçiştirilmek istenirken, üniversite gençliği ve halkın yoğun katılımı bu planı bozdu.
- Basının Sessizliği: Rejimin yarı-resmî sözcüsü olan Ulus gazetesi başta olmak üzere, gazete patronları ve başyazarlarının ölüm karşısındaki sessizliği, Âkif’e karşı olan resmî tutumu gözler önüne seriyordu.
- Alternatif Olarak Tevfik Fikret: Hasan Âli gibi yazarlar, Âkif’in sanatçı olarak büyüklüğünü kabul etseler de, onun dünya görüşünün miadını doldurduğunu iddia ederek etkisini azaltmaya çalıştılar. Gençliğe Âkif’e karşı bir alternatif olarak sürekli Tevfik Fikret‘i gösterdiler.
- Mütehakkim Zümrenin Bakışı: Dönemin aydınlarından Nurullah Ataç’ın yazıları, egemen zümrenin Âkif’e bakışını net bir şekilde yansıtmaktadır.
Mehmed Âkif ve Tevfik Fikret: İki Sembol Üzerinden Polemikler
Şairin 27 Aralık 1936‘daki vefatından sonra her yıl düzenlenen anma törenleri, rejim tarafından hoş karşılanmıyordu. 1939 yılında Tan ve Yeni Sabah gazeteleri arasında başlayan tartışmalar, Âkif ve Fikret ekseninde bir kalem kavgasına dönüştü. Tevfik Fikret’in Aşiyan’daki evinin müze yapılmasıyla başlayan tartışma, “Fikret’in heykelini mi dikelim, yoksa eserlerini mi yakalım?” sorusuyla alevlendi. Tartışma zamanla ilericilik-gericilik, vicdan hürriyeti ve laiklik gibi kavramlar üzerinden yürütülerek Mehmed Âkif – Tevfik Fikret çatışması halini aldı. Bu polemikler, ağırlıklı olarak Sabiha Sertel ile Eşref Edîb arasında devam etmiştir.