İmralı Notları Işığında Öcalan’ın Misak-ı Milli Yorumu: Yeni Bir Osmanlıcılık mı?

Sızdırılan İmralı Notları ve Tartışmalı İçeriği

Yakın zamanda, 21 Nisan ve 30 Mayıs tarihli iki farklı İmralı notu kamuoyuna sızdırıldı. Bu notların hangi grup tarafından ve ne amaçla sızdırıldığı, üzerinde önemle durulması gereken bir soruşturma konusudur. Zira Abdullah Öcalan, DEM heyeti ve devlet yetkilileri arasında gerçekleşen bu görüşmelerin ham ve “düzeltilmemiş” hali, özellikle görüşmelerde adı geçen iç ve dış aktörler açısından ciddi sorunlar yaratma potansiyeli taşımaktadır.

Bu yazıda, konunun bu boyutunu uzmanlarına bırakarak, İmralı notlarında öne çıkan “Misakı Milli” meselesini derinlemesine ele alacağız.

“Türkiye’yi Genişletme” Hedefi ve Milliyetçi “Zoka”

Geçmişteki açılım süreçlerinde olduğu gibi, son dönemdeki girişimlerde de sıkça “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” söylemi kullanıldı. Mevcut açılım da Misakı Milli kavramı üzerinden aynı hedefle ilerletilmektedir. Elbette “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” fikri bir hayal olsa da, bu hayal sürekli olarak gündemde tutulmaktadır. Cumhur İttifakı’nın Suriye’de bir “nüfuz bölgesi” oluşturma hedefinden, Halep, Musul ve Kerkük’e sembolik plaka dağıtma politikalarına kadar birçok adım bu amaca hizmet etmektedir.

Ancak “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” hedefi, aynı zamanda hem Türk hem de Kürt milliyetçilerini bu projeye dahil etmenin bir “zokası” işlevi görmektedir. Türkiye’nin sınırlarının genişlemesi Türk milliyetçileri için, Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın büyüyecek olması ise Kürt milliyetçileri için birer cazibe unsuru olarak sunulmaktadır.

Öcalan’ın Misak-ı Milli Formülü: Öncelik Suriye

Peki, Abdullah Öcalan bu konuda ne düşünüyor? 21 Nisan tarihli notlarda yer alan ifadesi oldukça net:

“Misakı Milli, Türk-Kürt ittifakının özüdür. Bu ittifak birinci planda Suriye’de yürüyecek. Birinci plan bu. Türkiye’ye Türkiye katar bu. Suriye eşittir Türkiye kadar değerdir.”

Öcalan’a göre Misakı Milli’nin birinci adımı Suriye’dir. İkinci adımın ise Irak olduğu bilinmektedir. Öcalan’ın bu formülü, ABD Büyükelçisi Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önerisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap ümmeti” çıkışı ve MHP lideri Bahçeli’nin Halep, Musul ve Kerkük’e plaka dağıtması gibi adımları tamamlayıcı bir nitelik taşımaktadır.

Günümüz Misak-ı Milliciliği: Türkiyecilik Değil, Osmanlıcılık

Misakı Millicilik kavramı bazıları için olumlu çağrışımlar yapabilir. Ancak Öcalan, Barrack, Erdoğan ve Bahçeli’nin bugün savunduğu Misakı Millicilik, bir Türkiyecilik projesi değil; modern bir Osmanlıcılık ve İslamcılıktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecinde dağılmayı engellemek için önce Osmanlıcılık, ardından İslamcılık denenmiş ancak başarısız olmuştur. Son çare olarak Türkçülük akımı ortaya çıkmıştır.

Misakı Milli, bu son sürecin direniş sınırlarını belirlemiştir. Eğer Harbiye Nezareti ve Almanlar, Mustafa Kemal’i dinleyerek orduyu I. Dünya Savaşı’nda Halep-Cerablus hattına çekseydi, ordu düşmanı bu hat üzerinde durdurabilir ve Misakı Milli’yi ilan etmeye gerek kalmayabilirdi. Fakat tarih varsayımlarla ilerlemez. O günün şartlarında, belirlenen sınırlar içinde mümkün olan en geniş topraklar korunmuştur. Musul için savaşacak güç ise kalmamıştı.

Sınır Tartışmalarının Riski ve Çözüm Önerisi

Halep ve Musul alınamadı. Eğer alınabilseydi, belki de Kürt sorunu bugünkü haliyle yaşanmayacaktı. Ancak o günün koşulları buna imkan vermedi ve genç Türkiye Cumhuriyeti, gücünü toparladıktan sonra Hatay’ın anavatana katılmasıyla sınır konusunu kapattı.

Bugün haritaları yeniden tartışmaya açmanın ve Misakı Milli üzerinden toprak talebinde bulunmanın ne Türklere ne de Kürtlere bir faydası vardır. Aksine bu durum, Türkleri ve Kürtleri komşularıyla yıllarca sürecek kanlı bir mücadeleye sürükleyecektir. Dahası, sorunları harita değişikliğiyle çözme arayışı, ileride Türklerle Kürtleri de karşı karşıya getirme riski taşır. Bu nedenle günümüzde Misakı Millicilik yapmak, Türkiyecilik değildir.

Türklerin, Kürtlerin ve bölgedeki diğer tüm halkların ortak çıkarı; Türkiye, Irak, Suriye ve İran gibi ülkelerin bir “Batı Asya Birliği” kurmasındadır. Bu, dört ülke içindeki tüm halklar için en demokratik ve kalıcı çözüm olacaktır.