Sana Göre Haber

İsrail’i Sarsan Askerlik Krizi: Harediler, Vicdani Retçiler ve Bölünen Toplumun Hikayesi

İsrail Toplumunda Askerlik Tartışmaları ve Derinleşen Bölünme

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tuğçe Ersoy Ceylan, İsrail’deki zorunlu askerlik meselesinin toplumsal ve siyasi yansımalarını analiz etti. İsrail’de askerlik, yalnızca bir vatandaşlık görevi değil, aynı zamanda ideolojik bir sadakat testi, toplumsal eşitlik ölçütü ve siyasi bir mücadele alanı olarak öne çıkıyor. Ülkenin kuruluşundan bu yana ulusal birliğin sembolü olarak görülen bu kurum, zamanla derin dinsel, sınıfsal ve ideolojik ayrılıklarla sarsılmaya başlamıştır.

Haredi Muafiyeti: İstisna mı, Ayrıcalık mı?

İsrail’de Haredi toplumuna mensup erkekler, dini eğitim (yeşiva) gördükleri gerekçesiyle zorunlu askerlikten muaf tutulmaktadır. Bu durum, özellikle seküler Yahudi toplumu nezdinde büyük bir adaletsizlik algısı yaratmaktadır. Toplumda yaygınlaşan “Kimi dua ediyor, kimi kan döküyor” söylemi, bu rahatsızlığın en net ifadesidir.

Bu muafiyetin devam etmesi, yalnızca dini gerekçelere değil, aynı zamanda siyasi dengelere de bağlıdır. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu liderliğindeki koalisyon hükümetleri, Haredi partilerin desteğine ihtiyaç duyduğu için bu ayrıcalığın kaldırılmasını sürekli ertelemektedir. 7 Ekim saldırıları sonrası geniş kitlelerin askere alınması, Haredi gençlerin muafiyetini korumasıyla bu eşitsizliği daha da belirgin kılmıştır.

Vicdani Ret: İşgale Ortak Olmayı Reddedenler

İsrail’deki askerlik karşıtı hareket, 1980’lerden itibaren Batı Şeria ve Gazze’deki askeri uygulamaları ahlaki bulmayan gençlerin öncülüğünde güç kazanmıştır. Vicdani retçiler, işgal altındaki topraklarda görev yapmayı reddederek devletin militarist politikalarını ve uluslararası hukuka aykırı eylemlerini sorgulamaktadır.

Bu çerçevede, 2004’te kurulan “Breaking the Silence” (BtS-Şovrim Ştika) adlı sivil toplum kuruluşu, görev yapmış askerlerin Filistin topraklarında tanık oldukları şiddet ve hukuksuzlukları ifşa etmelerine olanak tanımaktadır. BtS tarafından yayınlanan tanıklıklar, İsrail ordusunun uygulamalarının sistematik bir işgal mimarisine nasıl dönüştüğünü gözler önüne sermektedir.

Bir asker, Hebron’daki gece baskınlarında sivillerin korkutulmasının bir “caydırıcılık taktiği” olarak emredildiğini anlatırken; bir diğeri, yaşlı bir Filistinlinin evinin “eğitim amaçlı arama” bahanesiyle defalarca basıldığını ifade eder.

Bu tanıklıklar, askerliğin sadece bir güvenlik görevi olmadığını, aynı zamanda işgal rejimini sürdüren ideolojik bir mekanizma olduğunu göstermektedir. Vicdani ret hareketi, Mesarvot (Reddeden Kadınlar) gibi platformlarla da güçlenerek, iyi yurttaşlığın askerlikle özdeşleştirilmesine karşı çıkmaktadır.

7 Ekim Sonrası Yeni Kriz: Savaşın Meşruiyeti Sorgulanıyor

Hamas’ın 7 Ekim saldırıları İsrail toplumunda büyük bir travma yaratırken, karşılık olarak başlatılan operasyon geniş çaplı bir seferberliğe neden oldu. Ancak operasyonun Gazze’de sivil katliamlarına dönüşmesiyle bazı gençler, sosyal medyada celp kağıtlarını yırtarak savaşa katılmayacaklarını duyurdu. Bu eylemler, savaşın meşruiyetine yönelik doğrudan bir meydan okumadır. Bu reddiyelerin temelinde üç ana gerekçe yatmaktadır:

  1. Ahlaki Ret: Gazze’de sivillere yönelik yıkıcı askeri operasyonlara katılmayı ahlaki olarak reddetmek.
  2. İdeolojik Karşıtlık: İsrail’in Filistin topraklarındaki varlığını bir işgal olarak gören ve bu yapıya hizmet etmek istemeyen sol eğilimli gençlerin duruşu.
  3. Sistem Eleştirisi: Askerliğin sadece alt ve orta sınıflar için zorunlu, Haredim gibi gruplar için ise bir tercih olmasını protesto eden sınıfsal bir itiraz.

Yerleşimci Askerler: Devlet İçindeki Paramiliter Güç

İsrail ordusu içinde, özellikle radikal yerleşimci ideolojisine sahip askerler önemli bir yer tutmaktadır. Teolojik-milliyetçi bir motivasyonla hareket eden bu askerler, askeri görevlerinin ötesine geçerek Filistin köylerine yönelik “misilleme saldırıları” gibi paramiliter eylemlere yönelmektedir.

Bu ideolojinin siyasetteki en belirgin temsilcisi, aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir‘dir. Ben-Gvir, Batı Şeria’daki yerleşimcileri silahlandırarak resmi güvenlik yapısıyla militan şiddeti arasındaki sınırları belirsizleştirmiştir. Kendisi ve destekçileri, Filistinlilerin Gazze’den toplu olarak sürülmesini savunarak fiili bir tehcir politikası önermektedir.

Bugün İsrail ordusu (IDF) çatısı altında hem savaşı reddeden gençlerin hem de “Gazze’yi boşaltın” diyen yerleşimci askerlerin varlığı, ordunun ahlaki ve politik meşruiyetinin ne denli aşındığını göstermektedir. Bu durum, İsrail toplumunun ideolojik olarak ne kadar parçalandığını ve devletin meşruiyet temellerinin sorgulandığını ortaya koymaktadır.

[Doç. Dr. Tuğçe Ersoy Ceylan, İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]

Exit mobile version