Türkiye’de Düşünce Özgürlüğü Kimin İçin?
Bu soruyu 2010 yılında da sormuştum, birkaç ay önce de benzer bir başlıkla yinelemiştim. Onlarca düşünür, bilim insanı, sanatçı ve hukukçu, düşünce özgürlüğünün, egemenlerin kendi dünya görüşünü süslemek için kullandığı bir gösteri olduğunu defalarca haykırdı. Bu konuda artık dolup taştık!
Bugünlerde en ağır sorunumuz yine bu. Çoğumuzun çocukluğundan bu yana düşünce özgürlüğü; güçlüler, iktidarlar ve onların yandaşları için muhaliflere yönelik bedelsiz bir atış alanı haline geldi. Herkesin konuşması gerektiği söylenir ama yalnızca ‘düşünce’ olanın söylenmesi istenir. Özgür düşünceyi silahla bir tutanlar da benzer tekerlemeleri tekrarlayıp duruyor. 2025’e yaklaşırken, onlu yaşlardaki çocukların bile iki cümleyle başı derde girerken, hangi düşünce özgürlüğünden bahsedebiliriz?
Toplumsal Sorunlar ve Susturulan Sesler
Eleştirinin sistematik olarak “hakaret” ile eşdeğer tutulması, toplumun gözü önündeki siyasetçiler, güçlüye yakın medya ve sosyal medya tarafından körükleniyor. İş karakolda bittiğinde ise durum vahim bir hal alıyor.
Ülkede yaşanan sorunlar ise görmezden geliniyor:
- Atatürk’e ve cumhuriyete yönelik saldırılar.
- İnanç ve köken farklılıklarını kaşıyarak toplumsal barışı baltalama çabaları.
- Başkentte düzenlenen hilafet gösterileri.
- Artan genç ölümleri, kadın cinayetleri ve kontrol altına alınamayan orman yangınları.
- Askıya alınan özgürlükler ve geçim derdiyle boğuşan halk.
- Gerekçesiz zindana atılan belediye başkanları, bürokratlar, avukatlar, gazeteciler ve öğrenciler.
- Haklarını arayan işçiler, zeytinine ve tarlasına sahip çıkan köylüler.
- Mesleği varken işsiz kalan gençler ve geçinemeyen emekliler.
Düşünce özgürlüğü su, hava ve ekmek kadar temel bir ihtiyaçken, biz ne yaşıyoruz?
İktidar, Muhalefet ve Medya Üçgeni
Ulusal egemenliğini koruyan ve yurttaşının haklarını güvenceye alan ülkelerde, düşünce özgürlüğü denince akla ilk olarak iktidar ve muhalefet gelir. Bu iki kurumun demokratik yarışı, bizimki gibi çalkantılı demokrasilerde yarış olmaktan çıkınca; doğru ile yanlış, suçlama ile karalama birbirine karışır ve halkı yoran bir savrulma başlar.
Düşünce özgürlüğünün yalnızca sözde kaldığı bu dönemde, muhalefetin bir bölümü ve özgür olamayan basın özellikle dikkat çekiyor. RTÜK tarafından denetlenip denetlenmediği şüpheli olan bazı televizyon kanallarında, 24 saat boyunca ortak bir senaryonun aynı replikleriyle bir oyun sergileniyor. Atatürk, cumhuriyet, laiklik ve aydınlanmacılar sürekli olarak hedef alınıyor. Mart 2024 yerel seçimlerinden birinci çıkan muhalefet partisine mensup belediye başkanları ve ekipleri, ortada bir iddianame bile yokken “suç örgütü lideri”, “hırsız” gibi yaftalarla aileleriyle birlikte yıpratılıyor.
Sahte Yerlilik ve Atatürk’ün Düşünce Sistemi
Peki, düşünce özgürlüğünü kendilerine bahşedilmiş bir hak olarak görenler kimler? Kanaldan kanala gezen, söyledikleri ilk cümleden itibaren tek tip oldukları anlaşılan gazeteciler, akademisyenler ve siyasetçiler… Onlara göre devlet okulları dururken, cemaatler ve tarikatlar ile “ümmet” yepyeni bir “vizyon ve misyon” kazanıyormuş.
Türkçeyi “kelime katliamına maruz bırakmakla” suçladıkları dil devriminin sözcükleriyle kendi yalanlarını pazarlıyorlar. Uğur Mumcu’nun dediği gibi, sarığı sandıkla buluştura buluştura 2025’e geldik. Ekmeğin buğdayı, köftenin eti ithal edilirken; egemenlerin ve onların çok bilmiş basınının her düşüncesi ve eylemi “yerli ve milli” olarak sunuluyor.
Ruşen Eşref Ünaydın, 1932’deki ilk Türk Dili Kurultayı’nda şöyle demişti: “Mustafa Kemalce düşünmek demek, incelemek, bütünleştirmek, bilinçlendirmek, düzene sokmak, sistemleştirmek demektir.”
Mustafa Kemalce düşünmekten asla vazgeçmeyiz!
Biz “ümmet” değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşlarıyız! Düşünce, dille akar! Unutulmamalıdır ki, sel gider, kum kalır!