Türkiye’nin Gizli Su Krizi: Sanal Su İhracatı ve Artan Tüketim
Su stresi yaşayan ülkeler arasında yer alan Türkiye, her yıl tarım ürünleri aracılığıyla yaklaşık 6 milyar metreküp ‘sanal su’ ihraç ediyor. Bu miktar, İstanbul’un yedi yıllık evsel su ihtiyacını karşılayabilecek devasa bir boyuta ulaşıyor. Bu durum, ülkenin en değerli doğal kaynaklarından birini farkında olmadan yurt dışına gönderdiği anlamına geliyor.
Sanal Su Nedir?
İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatoş Germirli Babuna, sanal suyu bir ürünün üretim sürecinde kullanılan gizli su olarak tanımlıyor. Babuna, bu konunun önemini şu sözlerle vurguluyor:
“Bir ürünün içinde saklı olan suya Sanal Su adı verilmektedir. Bir ülke bir ürün ihraç ettiğinde aslında o ürün ile birlikte kendi doğal kaynağını da satmaktadır. Bu açıdan bakıldığında üretiminde yoğun su kullanılan ürünler ihraç edildiğinde ülkenin su kaynakları da ihraç edilmiş olmaktadır.”
Örneğin, pamuklu bir gömleğin sanal su ayak izi, pamuğun tarlada yetiştirilmesiyle başlar ve üretim sürecindeki tüm aşamaları kapsar. Çukurova’da veya Aydın’da yetiştirilen pamuk için harcanan su miktarı bile farklılık göstermektedir.
Turizm Sektörü Su Kaynaklarını Zorluyor
Türkiye, turizmde küresel bir oyuncu olmasına rağmen, bu sektörün su tüketimi üzerindeki baskısı giderek artıyor. 2024 yılında 62 milyondan fazla turist ağırlayan ve 61.1 milyar dolar gelir elde eden Türkiye’de, turizm kalitesinin sürdürülebilirliği doğrudan su kaynaklarına bağlı.
Otellerdeki Su Tüketim Oranları:
- 4 Yıldızlı Otel: Günde ortalama 160 bin litre
- 5 Yıldızlı Otel: Günde ortalama 560 bin litre
- Kişi Başı Tüketim (4 Yıldızlı): Günlük 400 litre
- Kişi Başı Tüketim (5 Yıldızlı): Günlük 800 litre
- Lüks Tatil Köyü (Kişi Başı): Günlük 1000 litreyi aşabiliyor
Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden Prof. Dr. Faruk Alaeddinoğlu, 5 yıldızlı bir otelin günlük su tüketiminin 500-1000 haneli bir mahallenin tüketimine eşit olabildiğini belirtiyor. Boğaziçi Üniversitesi su yönetimi uzmanı Dr. Akgün İlhan ise gri su sistemleri, düşük debili armatürler ve akıllı sulama gibi çözümlerin su ayak izini azaltmada kritik rol oynadığını ifade ediyor.
Yeni Tehdit: Yapay Zekâ ve Veri Merkezleri
Temiz su kaynakları üzerindeki bir diğer büyük tehdit ise hızla büyüyen yapay zekâ teknolojisi ve onu besleyen veri merkezleri. Bu merkezler, hem sunucuları soğutmak hem de kullandıkları devasa miktardaki elektrik için suya ihtiyaç duyuyor.
Yapay Zekânın Su Ayak İzi:
- Bir veri merkezi, megawatt başına yıllık 26 milyon litre su kullanabilir.
- ChatGPT’ye sorulan her 25 soru, sistemleri soğutmak için yaklaşık yarım litre su tüketir.
- ChatGPT-4’ün geliştirilmesi için 5 milyon litre su kullanıldı.
- OECD’ye göre, yapay zekâ sistemlerinin yıllık su tüketimi 2027’ye kadar 4.2 ila 6.6 milyar metreküpe ulaşabilir.
Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi’nden Doç. Dr. Doğukan Doğu Yavaşlı, veri merkezlerinin soğuk iklim bölgelerine kurulması ve sıvı daldırma soğutma gibi yeni teknolojilerin kullanılmasını öneriyor.
Teknoloji Devlerinin ‘Su Pozitif’ Aldatmacası
Teknoloji devleri su tüketimlerini raporlarken ‘su pozitif’ olma hedefleri koyuyor. Örneğin, Google 2024’te 37 milyar litre, Microsoft 2023’te 13 milyar litre su kullandı. Bu şirketler, kullandıklarından daha fazla suyu doğaya geri kazandırmayı taahhüt ediyor. Ancak Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yüksel Ardalı, bu terimin bir aldatmaca olabileceğine dikkat çekiyor:
“Su pozitif, Silikon Vadisi’nden çıkan uydurmaca bir terim. Yapay zekânın daha az enerji tüketebilmesi için daha soğuk iklime sahip ülkelere veri merkezleri kurulması lazım.”
Sürdürülebilirlik ve Küresel Gerçekler
Prof. Dr. Fatoş Germirli Babuna, sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin küresel eşitsizlikler göz ardı edilerek tartışılamayacağını belirtiyor. Nairobi’nin Kibera bölgesindeki “Uçan Tuvaletler” örneği bu durumu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Evlerinde tuvalet olmayan insanların dışkılarını plastik torbalara doldurup uzağa fırlattığı bu uygulama, dünyanın farklı bölgelerindeki temel ihtiyaçların ne kadar farklı olduğunu ve sürdürülebilirlik tartışmalarının bu gerçekleri de kapsaması gerektiğini gösteriyor.