ABD Büyükelçisinin Tartışmalı Görüşleri
Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom J. Barrack’ın, Lozan Antlaşması’nı eleştiren ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki millet sisteminden övgüyle söz eden görüşleri, Türk kamuoyunda büyük bir şaşkınlık ve tepkiyle karşılandı.
Büyükelçi Barrack, çeşitli basın organlarında yer alan açıklamalarında, Sykes-Picot Antlaşması‘nın yapay sınırlar çizdiğini belirtirken, Osmanlı’yı parçalamayı hedefleyen Sevr Antlaşması ile Türkiye’ye tam bağımsızlık kazandıran Lozan Antlaşması‘nı bir arada değerlendirerek Kürtleri ilgilendiren sorunları da bu çerçeveye dahil etmiştir.
Başka bir demecinde ise Büyükelçi, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki millet sistemini överek, bu modelin farklı grupların merkezi sistemde yüzyıllarca varlıklarını sürdürmelerine imkan tanıdığını belirtmiş ve Türkiye için en iyi sistemin “Osmanlı millet sistemi” olduğunu öne sürmüştür. Bu sistemi, farklı dini ve etnik grupların bir arada yaşayabileceği bir model olarak tanımlamıştır.
Egemenlik ve İçişlerine Müdahale Tartışması
Nedeni ne olursa olsun, bu tür öneriler özü itibarıyla Türkiye’ye bir rejim değişikliği önerisi anlamına gelmektedir. Bu durum, Atatürk’ün temellerini attığı ve Cumhuriyetimizin vazgeçilmez hedefleri olan tam bağımsızlık ve kayıtsız, şartsız egemenlik ilkeleriyle bağdaştırılamaz. Kamuoyunun büyük bir bölümü, bu yaklaşımı Türkiye’nin içişlerini etkilemeye yönelik bir girişim olarak değerlendirmektedir.
Tarihten Müdahale Örnekleri
Büyük devletlerin başka devletlerin içişlerine karışma girişimleri, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, o ülke vatandaşlarının iradelerine aykırı sonuçlar doğurmuş ve günümüze dek süren sorunlara yol açmıştır. Örneğin, 1948 İtalya seçimlerinde sol partilerin yerine Hristiyan Demokrat Parti’nin kazanması sağlanmıştır. Benzer şekilde, Almanya ve Japonya anayasalarının hazırlanmasında ve siyasetin şekillenmesinde başta ABD olmak üzere müttefik ülkeler etkili olmuştur.
Benzer gelişmeler Ortadoğu’da da yaşanmış, 2005’te Irak’a kabul ettirilen anayasa, ülkenin kuzeyinde adeta devlet içinde devlet görünümünde bir siyasi yapılanmaya zemin hazırlamıştır. Günümüzde de Suriye’nin kuzeyinde, Şam hükümetinin egemenlik alanı dışında bir siyasi yapılanma süreci devam etmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yabancı müdahalelerden çektiği acı tecrübeler ışığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana halkın egemenliğini, ülkenin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve üniter devlet yapısını büyük bir hassasiyetle koruması yadırganmamalıdır.
Lozan Antlaşması’nın Tarihi Değeri
Büyükelçinin Lozan ile ilgili eleştirileri de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Üstelik Barrack’ın sözleri, ABD’nin Lozan Antlaşması sırasındaki yaklaşımından oldukça farklıdır. Lozan’ı ABD adına gözlemci olarak izleyen büyükelçi John Grew, antlaşma sonrası Amerikalı diplomatlara şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“İsmet Paşa Lozan’da büyük bir diplomatik zafer kazanmıştır. Bütün itilaf Devletleri diplomatlarının sırtını yere getirmiştir. Bu olayı inkâr etmenin yararı yoktur. Belki bu tarihte kazanılmış en büyük zaferdir.”
(John Grew, Atatürk ve İnönü, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul, 2000, s.55)
Bu sözler, Atatürk’ün Lozan değerlendirmesinden farksızdır. Atatürk, antlaşmayı şu sözlerle tanımlamıştır:
“Bu antlaşma, Türk ulusuna karşı yıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir.”
Lozan Antlaşması’nın temelleri üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bir asrı aşkın süredir egemen, bağımsız, demokratik, laik ve üniter bir devlet olarak varlığını sürdürmektedir.
Çıkarılacak Dersler ve Sonuç
Büyükelçinin övgüyle bahsettiği millet sistemi ise, Osmanlı Devleti’nde bazı dini azınlıklara verilen imtiyazlar neticesinde ülkenin bütünlüğüne zarar vermiş, on binlerce insanın hayatına mal olan isyanlara ve bölünmelere yol açmıştır. Özellikle Fransız İhtilali sonrası büyük devletlerin kışkırtmalarıyla bu sistem, imparatorluğun parçalanmasına zemin hazırlayan unsurlardan biri olmuştur.
Türkiye’de yeni bir anayasa arayışlarının olduğu ve bölgemizde yeni çatışmaların yaşandığı bir dönemde, bu acı tecrübeyi yeniden gündeme getirmek, dost bir ülkenin temsilcisinden beklenen bir yaklaşım değildir.
Dışişleri Bakanlığı’nın, büyükelçinin bu sözlerine karşı gerekli tepkiyi en etkili biçimde göstererek Cumhuriyetin değerlerine yürekten bağlı olan Türk milletinin duygularına tercüman olması beklenmektedir.
ONUR ÖYMEN
EMEKLİ BÜYÜKELÇİ