İran’daki MOSSAD Sızıntısı ve Türkiye’nin FETÖ Deneyimi
İsrail ile İran arasında yaşanan 12 günlük gerilimin altıncı gününde, İran’da intihar saldırısı planlayan bir “MOSSAD timi”, ileri teknoloji silahlar ve dronlarla birlikte ele geçirilmişti. Bu timin üyelerinin İsrailli değil, kendi vatanlarına ihanet eden İranlılardan oluşması dikkat çekiciydi. Bu olayın ardından MOSSAD adına faaliyet gösteren yüzlerce muhbir ve casusun yakalanma süreci başladı ve halen devam etmektedir. Hatta bu casusların İran içerisinde mini dron atölyeleri kurduğu dahi ortaya çıktı.
Güvenlik Zafiyeti Tartışmaları
Bu gelişmeler, “İran çok çürük çıktı, böyle devlet mi olur?” şeklinde yorumlara yol açabilir. Ancak Beheşti’den Mutahhari’ye kadar devriminin önemli isimlerini suikastlarla kaybeden, Irak ile 8 yıl süren bir savaşa zorlanan, devrim sonrası ABD ambargolarıyla ve terör örgütlerinin saldırılarıyla mücadele eden bir ülkenin bu denli bir “güvenlik zaafı” yaşaması şaşırtıcıdır. Devrimden bu yana İsrail ile bir nevi “soğuk savaş” yürüten bir ülkenin, MOSSAD’ın kendi topraklarındaki faaliyetlerinden bu denli habersiz kalması düşündürücüdür.
Türkiye’deki Benzer Tablo: FETÖ Gerçeği
Ancak benzer bir durumun Türkiye’de de yaşandığı unutulmamalıdır. FETÖ, devletin kılcal damarlarına o kadar sızmıştı ki, kimin kime sızdığı belirsiz hale gelmişti. Bu yapıyı devletten temizlemek hiç de kolay bir süreç olmadı. Muhalif kimliğiyle bilinen rahmetli Yaşar Nuri Öztürk’ün dahi bu konudaki tespiti manidardır:
“FETÖ’yü Erdoğan’dan başka hiç kimse temizleyemezdi…”
İhanetin Kılık Değiştirmiş Hali
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada paylaşılan bir fotoğrafta, sarıklı ve sakallı, tam bir molla görünümündeki orta yaşlı bir adamın İran’da MOSSAD’a muhbirlik yaparken yakalandığı görüldü. Habere göre bu kişi, Şiilere düzenli olarak vaazlar vererek halkı dini yönden “bilinçlendirme” görevi üstlenmişti. Bu durum, Türkiye’deki bazı benzer figürleri akla getirmektedir. Bu zihniyetin Türkiye’deki en bilinen temsilcilerinden biri Taha Akyol’du ve Yusuf Kaplan bu bayrağı ondan devralmış gibi görünmektedir. Sonuç olarak, bölgede oluşan boşlukta İsrail her geçen gün daha da pervasızlaşmaktadır.
Bölgesel Savunma ve İçerideki Bozgunculuk
Yalçın Küçük’ün çarpıcı aforizmalarından biri durumu özetler niteliktedir:
“Musul’u alamazsanız Diyarbakır’ı verirsiniz…”
“Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi, bölgedeki ve tarihteki gerçeklere göz yummak anlamına gelmemelidir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da Mayıs 2024’teki bir konuşmasında, İsrail’in Gazze ile durmayacağını vurgulayarak şu tespiti yapmıştır: “Gazze direnişi Anadolu’nun ileri hat savunmasıdır…”
Artık bıçak kemiğe dayanmıştır; savunma hattı tüm bölgeyi kapsamalıdır. Bu hakikat bilincini zayıflatmak için ilk günden itibaren “bozgunculuk” yapanlar, “Araplar bizi sırtımızdan vurdu” veya “Filistinliler topraklarını sattı” gibi söylemlerle Gazze direnişini Türkiye halkından uzaklaştırmaya çalıştı. Sonuçta İsrail’in kapımıza dayandığı bir gerçekle yüzleştik. Aynı şekilde, İran’da da Hizbullah’ı bir “yük” olarak görenler, bu tampon bölgenin zayıflatılmasıyla ülkenin ne duruma düştüğünü görmüşlerdir.
Merhum Attila İlhan’ın tespiti güncelliğini korumaktadır:
“Bu ülkenin hain kontenjanı yüzde 10’dur.”
Ancak o günden bu yana köprünün altından çok sular aktı ve “vatan derdi” adeta eski bir şarkıda kaldı. Allah sonumuzu hayreylesin.