Park Run: Her Yaştan İnsanı Birleştiren Küresel Koşu Fenomeni

Ancak size bahsedeceğim bu koşu deneyimi, alışılmışın oldukça dışında. Her hafta düzenli olarak aynı saatte bu aktiviteye kendini adamış bir toplulukla birlikte koşmak son derece zevkli bir tecrübe. Londra’da “Park Run” ismiyle hayata geçirilen bu kolektif park koşusu için her cumartesi sabahı saat 09.00’da bize en yakın parkta bir araya geliyoruz. Ardından, önceden belirlenmiş 5 kilometrelik parkurda hep birlikte koşmaya başlıyoruz ve koşu, başladığımız noktada sona eriyor. Bitiş çizgisinde bizi gönüllüler karşılıyor, süremiz kaydediliyor ve bize bir kupon veriliyor. Bu kupon, daha önceden temin ettiğimiz kişisel barkodumuzla beraber okutulduktan sonra, sonuçları içeren bir bilgi notu kısa mesaj yoluyla tarafımıza iletiliyor.

Park koşusuna dahil olmak amacıyla, ilk olarak etkinliğin internet sitesi üzerinden bir kayıt oluşturuluyor ve bu işlemin ardından size özel bir barkod üretiliyor. Bu kişisel barkod, etkinliğin düzenlendiği 23 farklı ülkedeki 2 binden fazla lokasyonun tamamında geçerliliğe sahip oluyor. Yapmanız gereken tek şey, bu barkodu ya telefonunuzda dijital olarak saklamak ya da bir çıktısını alarak yanınızda bulundurmak.

**GÖNÜLLÜLER DE YER ALIR**

“Park Run” adıyla bilinen bu topluluk aktivitesi, 2004 yılında Londra’da Paul Sinton Hewit tarafından başlatıldı. Zamanla büyüyerek bugünkü küresel boyutlarına erişen etkinlik, cumartesi sabahlarının ayrılmaz bir parçası haline geldi. Girişimin 20. yıldönümü, Londra’da Başbakanlık Konutu’nun bulunduğu No:10 Downing Caddesi’nde özel bir törenle kutlandı. Girişimin kurucusu Hewitt, “Küçük bir adım” ismini taşıyan otobiyografik eserinde bu yolculuğun tüm hikayesini detaylı bir şekilde anlatmaktadır.

Kendine özgü yapısıyla bu etkinlik, 7’den 77’ye demeden, hatta bu yaş aralığının da ötesinde herkese kapılarını açıyor. Katılım için yaş, kabiliyet ya da tecrübe gibi şartlar aranmıyor ve tamamen ücretsiz. Dileyen koşuyor, dileyen ise yürüyüş yapıyor. Katılımcı profili, bebek arabasındaki bebeklerden 90 yaşındaki tecrübeli koşuculara ve köpeğiyle birlikte koşanlara kadar oldukça geniş bir kitleyi içeriyor. Parkuru tamamlayanlar izleyiciler tarafından alkışlarla karşılanırken, arzu edenler de organizasyonun çeşitli aşamalarında gönüllü olarak görev alabiliyor.

Bu park koşusu etkinliği, perde arkasında ciddi bir emek barındıran ve tümüyle gönüllülük temelinde işleyen bir organizasyondur. Sabahın erken saatlerinde alana giderek hazırlıkları tamamlamak, parkurun belirli noktalarına sağlık görevlileri dahil olmak üzere kontrol görevlileri konuşlandırmak, gerekli duyuruları yapmak ve bitişte yüzlerce katılımcının barkodunu okutup sonuçları işleyerek mesajla göndermek gibi tüm süreçler, bu özverili gönüllülerin çabalarıyla gerçekleşir.

Amerika Birleşik Devletleri’nden Asya’ya kadar 23 ülkede yaygınlaşan bu park koşularına, ben şimdilik yalnızca İngiltere sınırları içinde dört farklı parkta katılma fırsatı buldum. Fakat insan bir kere bu etkinliğin bağımlısı haline gelince, seyahat ettiği her yerde koşmak istiyor. Bu hevesle Londra, Galler ve Cromer’da bize en yakın Park Run noktalarını araştırarak ve yanımdakileri de teşvik ederek farklı parkurları deneme şansı yakaladık. Her parkurun kendine has bir atmosferi ve güzelliği bulunuyor.

Bu koşu, asla başkalarıyla yapılan bir rekabet değildir; ana vurgu tamamen kişisel başarı üzerinedir. Aslolan, katılımcının tamamen kendisiyle yarışması ve yaz, kış, yağmur, çamur demeden açık havada bir toplulukla etkileşim kurmanın keyfini çıkarmasıdır. Koşunun ardından telefonunuza gelen mesajda, o haftaki koşu süreniz, toplam katılımcı sayısı, kendi cinsiyet ve yaş grubunuzdaki toplam kişi sayısı ile bu gruptaki sıralamanız gibi bilgiler detaylandırılır. Aşırı kar, buzlanma veya şiddetli yağış gibi olağanüstü durumlar haricinde ertelendiği nadir görülen park koşusunda, geçtiğimiz hafta haziran ayının en sıcak günlerinden birinde koştuk. Sabah saat 09.00 olmasına rağmen 27 dereceye ulaşan sıcaklıkta güneş tepemizde parlıyor ve bizi bir hayli terletiyordu.

**KOŞMAK VE YAZMAK**

Ünlü Japon yazar Haruki Murakami, Türkçeye “Koşmasaydım Yazamazdım” adıyla kazandırılan kitabında, koşu tutkusunu ve bu eylemin hem fiziksel dayanıklılığı hem de zihinsel odaklanmayı nasıl artırarak yazma sürecine olumlu etkilerde bulunduğunu ele alır. Murakami, koşu ve yazmanın sabır, disiplin ve kişisel bir keşif serüveni olduğunun altını çizer.

Benim çocuklarım da dahil olmak üzere koşanların çoğu, müzik dinleyerek kendilerini ortamdan soyutlamayı tercih eder. Bense tam aksine, hem iç sesimi hem de çevremdeki sesleri dinleyerek kendi içsel keşif serüvenime çıkıyorum. Bu anlarda Âşık Veysel’in o meşhur “İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece” türküsü sık sık zihnimde canlanıyor!

Koşunun zorlayıcı anlarında, aynı etkinlikte koşan bir başka katılımcının oğluma söylediği şu motive edici cümleyi hatırlarım: “Ha gayret, acı geçicidir, başarı sonsuz.”

Düşünüyorum da, kim bilir belki bir gün Türkiye’de de her hafta çoluk çocuk hep birlikte böyle koşarız, her şey ne kadar da harika olur!

gjtozkoparan@gmail.com