Kanatlardan Vagonlara: Gökyüzü Maceraları ve Yerdeki Gecikmeler

Uzun boylu, sarışın ve güzelliği hala dikkat çekiciydi! Onu görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. “Tam 15 yıl,” diye belirtti. Stuttgart’ın merkezinde karşılaşmamız tamamen bir tesadüftü. Eskiden ailesiyle komşuyduk ve sıkça bir araya gelirdik. Liseden sonra bir seyahat acentesinde çalışmaya başlamış, sonra bir gün aniden karar verip “Uçuş görevlisi olacağım,” diyerek Frankfurt’un yolunu tutmuştu. “Hosteslik yılların nasıl geçti, neler yaptın?” diye sorduğumda, “O meslek artık mazide kaldı,” diye yanıtladı. “Geçen sene evlenmeye karar verince bıraktım.” Bir saat sonra kalkacak Köln treni için istasyona gidiyordu. Yakınlardaki bir kafede kısa bir sohbete ikna oldu. Çok geçmeden, yanında Sacher pastası olan çaylarımızı içerken, anlatacak ne kadar çok anısı olduğunu anladım.

Kariyerinin başlarında gökyüzündeki mesaisi tamamen iç hat uçuşlarıyla geçmişti. Zamanla Frankfurt ve Düsseldorf merkezli olarak Avrupa ülkelerine seferler yapmaya başlamıştı. Başlangıçta daha küçük uçaklarla uçarken, mesleğinde tecrübe kazandıkça uçakların boyutu da büyümüştü. Ona göre, bir uçuş görevlisi için en meydan okuyucu ve aynı zamanda en merak uyandıranı Jumbo jetlerdi. Son yıllarında ise görevleri çoğunlukla denizaşırı ülkelere yönelikti.

“Bir A380-800 ile yapılan uçuş bazen 8-10 saat sürebiliyor ve ortalama 500 yolcuya hizmet ediyorsun. Farklı milletlerden gelen bu kadar insana servis sunman gerekiyor,” diye detaylandırıyor. “Kuzey Amerika, Güney Amerika veya Asya ülkelerine uçuyorsun. İki katlı uçağın alt katı ekonomi sınıfı ve kalabalık olduğunda işin gerçekten zorlaşıyor. Sekiz hostes aralıksız hizmet veriyor. Üst kat ise business ve first class. Fakat daha az yolcu olması, işin daha kolay olduğu anlamına gelmiyor. Orası adeta zenginlerin dünyası!” O anlattıkça daha da rahatlıyor, ben ise sessizce kulak veriyorum, fakat zaman zaman gülümsememe engel olamıyorum. Sarhoşlar, uçuştan korkanlar, hastalananlar, ağlayan bebekler, şımarık çocuklar… “Liste bu kadarla sınırlı mı sanıyorsun?” diyerek devam ediyor. “İşleri yolunda gitmemiş stresli bir iş insanı, tatilde tartışmış bir çift, kaybettikleri bir maçtan dönen bir grup ‘taraftar’… Uçuş görevlisi, sakinliğini koruyarak hepsiyle başa çıkmak durumunda. Elbette en zorlu yolcular, ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ diye soranlar! Bir hostes daima gülümsemek zorundadır, fakat bu tip insanlar gülümsemenizi bir hakaret olarak algılayabileceği için ekstra özen göstermen şart!”

“Peki uçuş sırasında aniden rahatsızlanan bir yolcu oldu mu?” diye merakla soruyorum. “Birçok defa,” diye yanıtlıyor. “Kalp krizi geçiren yolcular için mecburi iniş yapmak zorunda kaldığımız anlar oldu. Böyle bir durumda, uçağın tekerleklerinin 10 dakika içinde piste değmesi şarttır. Neyse ki bunu hep başardık!” Anlattığına göre, kariyerinin başlarında iç hatlarda uçtuğu dönemlerde Frankfurt-Berlin seferlerini pek sevmemiş. Bunun sebebi ise, hattın çok tanınmış politikacılar ve sanatçılar tarafından sıkça tercih edilmesiymiş!

Tüm bu zorluklara rağmen hostesliği severek yaptığını belirtiyor. Son beş yılını kabin amiri olarak denizaşırı uçuşlarda geçirmiş. “Atlantik Okyanusu üzerindeki fırtınalarda korkudan yüreğim ağzıma gelse de, bu uçuşlar yine de keyifliydi.” Zira gittikleri şehirlerde 2-3 gün dinlenme fırsatları oluyormuş. “15 yıl boyunca toplam kaç havalimanına indiğini hatırlıyor musun?” diye soruyorum. Gülümseyerek, “Elbette, hepsi kayıt altında,” diye cevap veriyor. “138 farklı havalimanı, bazılarına defalarca! Hayatımın tam 9.400 saatini gökyüzünde geçirmişim!” İlk uçuşundan önce tamamlaması gereken 1.5 aylık hosteslik kursunda öğrendiği konular da bir o kadar şaşırtıcı! Kursiyerlere sadece uçakta yiyecek, içecek servisi ve duty-free satışı yapmayı öğretmekle kalmamışlar… Bir uçak açık denize, balta girmemiş bir ormana, Sahra Çölü’ne veya Kuzey Kutbu’na acil iniş yaparsa bir hostes nasıl hareket etmeli? Nasıl balık tutulur, zehirli yılanlarla nasıl mücadele edilir, buzlarla kaplı bir arazide donmamak için neler yapılır gibi hayati bilgiler de eğitimlerinin bir parçasıymış.

Sohbeti sürdürsek anlatacak daha çok anısı var gibi duruyor, ancak treninin kalkmasına sadece 20 dakika kalmış. Hesabı ödeyip hızla karşıdaki istasyona yürüyoruz. Fakat telaşlanmamızın yersiz olduğunu anlıyoruz; öğleden sonraki bütün tren seferleri rötarlı. Alman Devlet Demiryolları ile Berlin hükümetinin, Stuttgart tren garını yerin altına taşıma konusunda ısrarcı olmaya başlamasından bu yana adeta her şey sarpa sarmış durumda. Stuttgart-Ulm arasına 60 kilometrelik yeni tüneller açılmış ve açılmaya devam ediyor. Bu manasız mega projenin muhalifleri, yıllardır her pazartesi şehirde düzenli olarak protesto gösterileri yapıyor. Bugünlerde seferler sık sık çeşitli sebeplerle iptal ediliyor ve trenler çoğu gün rötarlı çalışıyor. Devlet demiryolları yetkilileri ise tüm sorunlara rağmen yıllardır, “12 milyar Avroluk bu proje hayata geçirilecek” diye inatla tekrarlıyor. Hıristiyan Demokratlar’ın 2011’de eyalet hükümetini ve ardından belediye başkanlığını Yeşiller’e kaybetmesinin başlıca sebebi, yer altı tren istasyonu projesinde akılsızca diretmesi olmuştu! Temelleri 2010’da atılan projenin 2027’de tamamlanması öngörülüyor. Artık inşallah diyelim!

Kısa bir süre sonra, treni 30 dakikalık bir gecikmeyle hareket ederken eski dostuma veda ediyor ve bu günlerde trenle seyahat etmediğim için büyük bir memnuniyet duyuyorum. Zira sürekli gecikmeler ve sefer iptalleri deneyimleniyor. Örneğin, geçtiğimiz şubat ayında Zürih’e gitmek üzere bilet aldığımız sabah treni, kalkışa 25 dakika kala beklenmedik bir şekilde seferden kaldırılmıştı. Alternatif bir sefer düzenlenmediği için İsviçre’deki görüşme planımızı iptal etmek durumunda kalmıştık. Alman Devlet Demiryolları, sağ olsunlar, bilet ücretini tam iki ay beklettikten sonra geri ödemişti!