Fransa’nın Laiklik Sınavı: İstihbarat Raporu Müslüman Kardeşler’i Mercek Altına Aldı

Fransa’da uzun süredir mevcut olan Müslüman Kardeşler endişesi, oldukça detaylı bir istihbarat raporunun medyaya sızdırılmasıyla yeniden gündeme geldi. Belge, kamuoyuna yansıdığı anda ülke gündemini sarstı. Bu kez tartışmanın merkezinde yalnızca başörtüsü gibi konular değil, doğrudan bir örgütle bağlantılı olduğu belirtilen İslamcı bir oluşum olan Müslüman Kardeşler yer alıyor. Raporda, bu yapının Fransa sınırları içinde “sistematik bir kültürel hegemonya kurmaya çalıştığı” öne sürülüyor.

Belgeye göre Müslüman Kardeşler, Fransa’da faaliyet gösteren bazı dernekler, özel okullar, camiler ve yardım kuruluşları vasıtasıyla “ayrılıkçı bir toplum modeli” kurma çabası içinde. Raporda, “bir yanda laikliğe sadık bir cumhuriyetin, diğer yanda ise şeriat kurallarının temelini oluşturan bir yapılanmanın” karşı karşıya geldiğine vurgu yapıldı.

Raporun açıklanmasıyla birlikte sağ partilerden destekleyici yorumlar gelirken, sol kanat ise konuya daha ihtiyatlı bir yaklaşım sergiliyor. Siyasi yelpazenin sağındaki ve merkez sağındaki partiler, rapordaki bulguları büyük ölçüde doğrulayan açıklamalar yaptı. Özellikle merkez sağ Cumhuriyetçiler (Les Republicains) ve aşırı sağcı Ulusal Birlik (Rassemblement National), Müslüman Kardeşler’in faaliyetlerinin tamamen yasaklanması gerektiğini savunuyor. Bu durum, Fransa’nın “güvenlik merkezli İslam politikasının” bir müddet daha devam edeceğine işaret ediyor. Kimi uzmanlar, Müslüman Kardeşler’i “siyasal İslam’ın” en karmaşık versiyonu ve ülke için adeta bir “zaman ayarlı bomba” olarak tanımlayarak, açık bir tehdit oluşturduğunu belirtiyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un başlattığı “İslamcı ayrılıkçılıkla mücadele” vizyonunun bir unsuru olarak görülen bu rapor, özellikle eğitim kurumları, sivil toplum örgütleri ve camiler kanalıyla yürütülen faaliyetlerin Fransa’nın temel cumhuriyetçi değerlerine yönelik bir tehdit oluşturduğunu iddia ediyor. Bu endişeleri kuvvetlendiren bir diğer gerçek ise, Avrupa ülkelerinden IŞİD’e katılan cihatçılar arasında Fransız vatandaşlarının ilk sırada yer almasıdır.

Raporun halk üzerindeki etkilerini gözlemlemek için Paris’in banliyölerine gidildiğinde, ilk durak sorunlu bölgelerden biri olan Sarcelles oluyor. Burada, oldukça büyük ebatlarda inşa edilmiş camiler hemen göze çarpıyor. Fransa’da genel olarak her Müslüman milletin kendine ait bir camisi bulunuyor. Bu durum, Türkler ile Arapların camilerinin ayrı olması anlamına geliyor ve zorunlu haller dışında birbirlerinin ibadethanelerine gitmedikleri için sadece bu bölgede dört cami hizmet veriyor.

Sokaklarda İslami kültüre uygun giyim tarzını benimsemiş çok sayıda kadın ve erkeğe rastlamak mümkün. Farklı kökenlerden insanların bulunduğu bir kafede yapılan görüşmeler, konuya dair farklı perspektifleri ortaya koyuyor. 42 yaşındaki inşaat işçisi Karim Ouattara, yaşadığı baskıyı şöyle ifade ediyor: “Bazen işyerinde bile bu meseleler gündeme geliyor. ‘Sen bir Müslümansın, ne düşünüyorsun?’ diye soruyorlar. Kendini sürekli kanıtlamak zorunda kalmak çok yorucu. Üzerimize bir suçluluk duygusu yükleniyor.” Öte yandan, 62 yaşındaki emekli jandarma Jean Moreau ise devlet denetimini olumlu buluyor: “Ülke çok değişti, artık kendi mahallemde Fransızca konuşulduğunu duymuyorum. Gördüğünüz gibi iç içe yaşıyoruz, bir dışlama yok. Devletin neler olup bittiğini denetlemesi normal bir durum. Hatta bu rapor gecikmiş bile. Uyum sağlayan Müslümanlar bundan rahatsız olmaz, ancak Müslümanları kendi çıkarları için kullananlara dur denmeli.”

Bu süreçte Fransa, imamlığı ilk defa yasal olarak bir “meslek” statüsüne kavuşturdu. Bu adım, devletin dini aktörleri daha yakından denetlemesi ve imamların niteliklerini resmi standartlara bağlaması açısından kritik bir hamle olarak görülüyor. Yeni düzenlemeler uyarınca, imamların eğitimlerini Fransa’da almaları, yabancı ülkelerden gelen fonlardan bağımsız olmaları ve faaliyetlerini devlet gözetiminde yürütmeleri amaçlanıyor.

Fransa’daki Müslüman varlığı güncel bir sorun gibi algılansa da, kökleri yüzyıllar öncesine, ülkenin Kuzey Afrika’daki sömürgeleri olan Cezayir, Tunus ve Fas’a dayanıyor. Bu ülkeler, bugünkü Müslüman nüfusun ana kaynağını oluşturmaktadır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları esnasında yüz binlerce Kuzey Afrikalı Müslüman, Fransız ordusuna katılarak cephelerde savaştırıldı. Savaş sonrası bu kişilerin bir kısmı ülkelerine dönmeyerek Fransa’daki işgücü açığını kapatmak üzere ülkede kaldı. 1950 ve 1960’lı yıllarda da Fransa’ya işgücü sağlamak amacıyla gelenlerin önemli bir bölümü Müslüman ülkelerdendi.

Bu göçmenler, şehirlerin oldukça dışında inşa edilen, düşük gelirli ve toplumdan izole banliyö bölgelerine yerleştirildi. Zaman içinde bu alanlar, kültürel ve sınıfsal bariyerlerle çevrildi. Müslümanlar, Fransız toplumundan büyük ölçüde ayrı tutularak, yalnızca dini kimlikleri üzerinden desteklendi ve kendi yaşam kültürlerine itildi. Böylece bir yandan Fransa’nın bir parçası olurken, diğer yandan daima sistemin dışında kaldılar. Netice itibarıyla Fransa, bugün kendi politikalarıyla radikalleşmeye zemin hazırladığı bir Müslüman toplumu gerçeğiyle yüzleşmektedir.