Altan Öymen’in Ardından: Gazetecilik ve Siyasette Bir Erdem Anıtı

Siyasette ve Yaşamda Bir Saygınlık Dersi

Altan Öymen, aramızdan ayrılıp sonsuzluğa göçerken bile hepimize önemli bir ders verdi: Sevilmenin ve saygınlığın; kaba kuvvetle, böbürlenmekle, insanlara tepeden bakmakla veya gösterişle ilgili olmadığını gösterdi. O, saygınlığın her şeyden önce kendi olmakla, kendi bildiği yolda ilkeli bir şekilde ilerlemekle, kin ve nefretten uzak durmakla, en önemlisi de vicdanla ve toplum için çalışmakla kazanıldığını kanıtladı. Bunlar, siyasetçilerde nadiren rastlanan özelliklerdi.

Kötülüğün ve hainliğin kol gezdiği, iyiliğe ve vicdana hasret kaldığımız bu günlerde, onun ardından yazılanlara ve geride bıraktığı sevgi seline bakarak umutlanıyorum. Namuslu, dürüst, Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerine bağlı bir siyasetçiye gösterilen bu partiler üstü samimi duygular, bu değerlerin hâlâ geçerli ve toplumda karşılığı olduğunu gösteriyor.

Örsan Öymen’den Kalan Bir Miras

Altan Öymen, bana sevgili dostum Örsan Öymen’den bir mirastı. Gazetemizin yazarı genç Örsan Öymen’den değil, onun babası olan ve 49 yaşında kaybettiğimiz acar gazeteci, aile dostumuz Örsan Öymen’den bahsediyorum. Babası ve annesi Gisela Almanya’da yaşarken, doğumda hastane yetkilileri bebeğin adını sorduğunda, genç anne bildiği tek Türk ismini fısıldamış: Örsan. Bu yüzden baba ve oğul aynı adı taşır. Örsan Öymen, Altan Öymen’in küçük kardeşiydi. Örsan ve eşi Gisela İstanbul’a geldiklerinde bizim evde kalırlardı ve sevgili Altan ağabey, “Niye bizde değil sizde kalıyor?” diye şakayla karışık takılırdı.

İki kardeş birbirine zıttı. Küçük kardeş ne kadar haşarı ve ele avuca sığmazsa, büyük ağabey de o kadar oturaklı, sakin, anlayışlı ve güler yüzlü bir insandı. Herkesi dinlemeye hazır haliyle sonsuz bir güven telkin ederdi. Özellikle gençleri dikkatle dinlemesi, onları ciddiye alması ve yüreklendirmesi takdire şayandı. Eleştirilerinde dahi asla kalp kırmazdı. Belki de herkesin “Altan ağabey”i olmasının ardında bu özellikleri yatıyordu.

Gazetecilik Tutkusu ve “Muhabir Ruhu”

Benim için Altan Öymen’in siyasetçiliğinden çok usta gazeteciliği ön plandaydı. Meraklı, araştırmacı ve yılmadan hakikatin peşinde koşan, mesleğe başladığı ilk günkü “muhabir ruhunu” son anına kadar koruyan bir gazeteciydi. Köşe yazarlığı veya genel yayın müdürlüğü gibi unvanların bu ruhu öldürdüğü söylenir, ancak onda bu asla olmadı.

12 Mart 1971 askeri muhtırasından sonra kurduğu ANKA Ajansı’nda, o dönem “sakıncalı” olarak görülen nice gazeteciye kucak açtı. Burası, adeta bir gazetecilik okulu haline geldi. O sıralar biz Milliyet’te Sanat dergisini çıkarırken, ülkenin siyasi gündemini en yakından ANKA aracılığıyla takip ederdik.

Abdi İpekçi’nin öldürülmesinin ardından Milliyet’te sık sık yayın yönetmeni değişiyordu. Altan ağabey, 1982’de yazar olarak Milliyet‘e katıldı ve o günden sonra daha sık bir araya geldik. Onun başyazar ve genel yayın müdürü oluşunu ne büyük bir sevinçle kutladığımızı unutamam. Beni Milliyet’ten kovulduğumda ilk arayanlardan biriydi ve sonraki günlerde “Hadi toparlan” diyerek beni sürekli motive etti. Yıllar sonra yollarımız Cumhuriyet’te yeniden kesişti.

Sonsuz Bir Teşekkür

50 yılı aşkın tanışıklığımızda onun kızdığını, sesini yükselttiğini veya kavga ettiğini hiç görmedim. Hep nazik, kibar ve efendiydi. Gazetecilik tutkusunu engin birikimiyle harmanlayarak yazdığı kitaplarının her biri, toplumsal belleğimiz için birer ders niteliğindeydi.

Sevgili Altan Öymen, İstanbul’dan uzaktayım ve seni uğurlamaya gelemedim. Bunca kötülüğün ortasında demokrasiye, basın özgürlüğüne ve Cumhuriyet ilkelerine adadığın yaşamında hep iyi ve erdemli kalabildiğin için, gazetecilik ahlakını savunduğun için, çevrene sevgi ve saygıyla bağlandığın ve her zaman kendin olduğun için sana sonsuz teşekkür borçluyum. Senin gibiler artık çok az. İyi ki varsın ve iyi ki seni tanıdım.