Suudi Arabistan, son dönemde yaptığı çok yönlü yatırımlarla daha fazla uluslararası ziyaretçiyi ülkeye davet etme hedefindedir. Bu yatırımların odak noktalarından biri de sanat alanıdır. Suudi Arabistan Krallığı Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın kurucusu olduğu Misk Foundation, 2017 yılından beri başkent Riyad’da sanatçılara yönelik bir konuk sanatçı programı yürüterek üretimleri için olanak tanımaktadır. Programın temel hedefi, bölgedeki çağdaş sanat ortamını canlandırmak ve kültürel etkileşimi teşvik etmektir. Bu seneki programa dahil edilen isimlerden biri de Türk sanatçı Ayça Ceylan oldu. Sürdürülebilirlik üzerine yazılarıyla da bilinen eko-performans sanatçısı Ceylan, bu program çerçevesinde “The Sandland Oracle: Codes of the Ancient Future” adlı interaktif yerleştirmesi üzerinde çalışacaktır.
20 Nisan’da başlayan ve Temmuz ortasında düzenlenecek bir sergiyle tamamlanacak olan bu program vesilesiyle Ceylan ile çöldeki tecrübelerini, sanatsal üretim sürecini ve ekolojik sanat anlayışını ele alan bir söyleşi gerçekleştirdik.
* Suudi Arabistan, genellikle sanatçılara kapılarını açan veya konuk sanatçı programları düzenleyen bir ülke olarak düşünülmüyor. Fakat son dönemde sanat alanına ciddi yatırımlar yaptıkları biliniyor. Bu ortamda nasıl bir karşılama gördünüz ve konuk sanatçı olarak deneyimleriniz nasıl ilerliyor?
“‘Misk Art Institute’nun Masaha Cycle 9 konuk sanatçı programı’ çerçevesinde Riyad’da olmak, gerçekten çok boyutlu bir tecrübe. Suudi Arabistan’ın son yıllardaki önceliklerinden biri olan kültür ve sanat alanındaki değişime şahit olmak da ayrıca heyecan verici. Başlangıçta burası hakkındaki zihnimdeki imajlar kısıtlıydı; fakat Misk Art’ın düzenlediği geziler, müze ve sanatçı atölyesi ziyaretleri sayesinde hem yerel hem de uluslararası kültür-sanat çevresinin önemli isimleriyle tanışma fırsatı buldum. Kadınların ve gençlerin, devlet kurumları da dahil olmak üzere, desteklendiğini ve kilit pozisyonlarda görev aldıklarını belirtmeliyim. Bu kültürel değişim oldukça belirgin ve böylesi bir geçiş sürecinde bulunmak, buradaki yaratıcı enerjiden beslenmek, sanatsal pratiğime yeni bir bakış açısı katıyor. Misk Art ekibi son derece yardımsever; sanatçının kendi araştırma alanını özgürce şekillendirmesi adına her türlü maddi ve manevi ortamı yaratıyor. Bir Türk sanatçı olarak burada yer almak ve ülkemi temsil etmek benim için büyük bir onur.”
* Sergiye hazırladığınız ve “The Sandland Oracle: Codes of the Ancient Future” adını taşıyan interaktif yerleştirmenizle ilgili bize daha fazla bilgi verebilir misiniz?
“‘The Sandland Oracle: Codes of the Ancient Future’, çölü hem antik bir arşiv hem de dönüşüm için vizyoner bir alan olarak yeniden yorumlayan, çok katmanlı ve duyulara hitap eden bir yerleştirme. Projem, ‘Geçmişin kum taneleri, geleceğin coğrafyasını nasıl biçimlendirir?’ temel sorusundan hareket ediyor. Bu interaktif çalışmada mitoloji, ekoloji, gelenek ve teknolojinin bir araya gelerek kimliği ve kolektif iyileşmeyi nasıl şekillendirdiğini, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirlik stratejilerine ne gibi katkılar sunabileceğini inceliyorum. Projenin sembolik ve mekânsal referans noktalarını Al-Dahna Çölü’ndeki hilal (ayça) şeklindeki kumullar, AlUla’daki 7 bin yıllık deniz kabuğu fosilleri ve ‘nun’ harfi oluşturuyor. Video sanatı, canlı performans, 3D baskılar, sanatçı e-kitabı ve yapay zeka (AI) gibi farklı disiplinleri bir araya getirerek, bireysel ve kolektif hafıza arasındaki bağlantıyı sorguluyorum. Böylelikle, atalardan gelen bilgeliğin modern araçlarla nasıl yeniden ele alınabileceğini gösteren şiirsel ve çok boyutlu bir tefekkür alanı yaratmayı amaçlıyor.”
* Topraklarının büyük bir bölümü çölden meydana gelen Suudi Arabistan gibi bir ülkede ekolojik sanatın ne gibi yeni bakış açıları sunabileceğini düşünüyorsunuz?
“Çöl genellikle bir ‘boşluk’ veya ‘hiçlik’ mekanı olarak görülse de, aslında zamanın dokusunu içinde barındıran derin bir arşiv ve yaşayan bir organizmadır. Suudi Arabistan’da, bilhassa çöllerde yaptığım seyahatlerde kumların konuştuğuna şahit oldum. Bunu yalnızca ruhsal bir bağlamda ifade etmiyorum; bilimsel olarak ‘singing sand’ (konuşan kumlar) olarak bilinen bir olgu mevcut. Çok sayıda bilimsel çalışma, rüzgarın kum tanecikleriyle etkileşime girerek farklı frekanslarda sesler yarattığını onaylıyor ve bu seslerin potansiyeli üzerine araştırmalar yürütülüyor. Unutmamak gerekir ki, ülkenin bazı kesimleri yaklaşık 45 milyon yıl önce antik Tetis Okyanusu’nun zeminini oluşturuyordu.”
* Bir eko-performans sanatçısı gözüyle, sanatın günümüzdeki ekolojik krizlere çözüm bulmada nasıl bir rol oynayabileceğini düşünüyorsunuz?
“Sanat, duygusal zekayı ve sezgisel bilgiyi tetikleme gücüne sahip ender disiplinlerden biridir. Ekolojik krizler yalnızca teknik veya politik problemlerden ibaret değil; bunlar aynı zamanda manevi ve hissi bir ayrışmanın sonuçlarıdır. Eko-performans, insanın doğadan bu kopuşuna karşı bedensel bir farkındalık ve hatırlama eylemi sunar. Beden, ritüel, duyular ve hareket aracılığıyla doğayla yeniden sağlıklı bir bağ kurma potansiyeli doğar. Benim performans ve performatif yerleştirmelerimde, doğa unsurları genellikle kendi tarihsel, politik ve sosyolojik hikayelerini anlatan birer karakter olarak sahne alır. Sanat yoluyla yeni bir bilinç seviyesi oluşturulabilir. Asıl amaç doğayı ‘kurtarmak’ yerine, onunla bağımızı yeniden kurmaktır. Belki de çağımızın en kritik dönüşümünün sırrı bu noktada yatmaktadır.”