Bir deneyimin sonuncusunu yaşadığımızı, genellikle her şey olup bittikten çok sonra fark ederiz. Yine de bazı anlar vardır ki, şayet son defa yaşandığını bilseydik, o anı bambaşka bir şekilde tecrübe ederdik. Bu durum, at binme eyleminde de kendini açıkça gösterir. Her yolculuğun bir varış noktası, her binişin de bir inişi bulunur; fakat biz attan inerken, bu eylemin muhtemelen sonuncusu olabileceği çoğunlukla aklımıza gelmez. Bunu ne fark eder ne de üzerine düşünürüz. O hareketi hissizce, alışkanlığın getirdiği bir otomatiklikle veya aceleyle gerçekleştiririz. Halbuki her iniş, bir elveda olma potansiyeli taşır. O saniyeler, bir atla kurduğumuz son fiziksel temasımız, son bakışmamız olabilir. Biz attan inmeyi yalnızca her binişin ardından tekrarlanan sıradan bir eylem olarak algılarız. Oysa attan son kez indiğimizi bilerek hareket etsek, sonrasında pek çok şeyi daha farklı yapmaz mıydık? Hatta binişin kendisini dahi her saniyesini hissederek yaşamaya gayret etmez miydik?
**ZORUNLU BİR AYRILIK**
Bir gün, atımla her zamanki rutinimi gerçekleştirdim; ona bindim, egzersiz yaptırdım ve sonra indim. O an başını sevgiyle okşayıp okşamadığımı, o güzel kirpiklerine ve gözlerine dikkatle bakıp bakmadığımı şu an anımsayamıyorum. Muhtemelen içimden, “Nasılsa yarın tekrar geleceğim,” diye düşünmüştüm. Ertesi gün geldiğinde, atımın yanına gitmeden hemen önce babamla yaptığımız ani bir sohbette atı satmamız gerektiği gerçeğiyle yüzleştim. Sunduğu mantıklı gerekçeleri dinlerken yüreğimin nasıl daraldığını hissediyordum. Yani artık beraber araziye açılarak dörtnal gidemeyecek miydik? Yelesine yüzümü gömerek o eşsiz kokusunu içime çekemeyecek miydim? Tüm bunları bir yana bırakırsak… Onun sadece orada var olduğunu bilmenin bana verdiği o derin huzur ve güven duygusunun yerini hangi hisler dolduracaktı?
Bu konuşmanın ardından ata gittik. O gün, yanına vardığım ilk andan itibaren her anı bilinçli bir şekilde, dolu dolu yaşadım. Bir yanım hüzünlü olsa da diğer yanım bir ferahlama içindeydi. Bu rahatlamanın kaynağı, herhangi bir beklentinin yarattığı stresten arınmış olarak atımla geçirdiğim vaktin tadını çıkarabilmemdi ve bu sükûnetim doğrudan atıma da yansımıştı. Artık onu kaybetme korkusu gitmiş, yerini şükran duygusu almıştı. Bu binişin sonuncumuz olabileceği farkındalığıyla yaptığım o sürüş, en keyifli ve anlamlı anlarımızdan birine dönüştü.
Kendi yaşamlarımızı düşündüğümüzde, aslında ne kadar çok anı hakkını vermeden, dolu dolu yaşamadan geride bıraktığımızı görürüz. “Anı yaşa, anda kal” nasihatini defalarca işittik. Ancak burada asıl önemli olan, anları “yarın olmayabilir” korkusunun beslediği bir kıtlık bilinciyle yaşamamak. Mesele, anın farkındalığıyla var olup, sahip olduklarımız için şükredebilmektir. İşte hayat tam da o zaman gerçek anlamda dolu dolu yaşanıyor.
Hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiren o kıymetli anlarımıza…