Türkiye Cumhuriyeti’nin Temel Taşı: Lozan Antlaşması
24 Temmuz itibarıyla Lozan Antlaşması’nın 102. yıldönümü geride kaldı. Bu antlaşma, Birinci Dünya Savaşı sonrası emperyalist güçlerin Türkiye’yi Anadolu’nun içlerine hapsetmeyi amaçlayan ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından imzalanan Sevr Antlaşması‘nı tarihe gömen bir zaferdir. Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü liderliğindeki Kurtuluş Savaşı’nın başarısıyla Sevr geçersiz kılınmış, yerine Lozan ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sınırları güvence altına alınmıştır.
Kurtuluş Savaşı ve Lozan Antlaşması’nın mimarları olan Atatürk ve İnönü, bu antlaşmayla belirlenen topraklar üzerinde modern Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa etmiştir. Bu sebeple Lozan Antlaşması’nı, Kurtuluş Savaşı’ndan ve Cumhuriyet’in kuruluşundan ayrı düşünmek imkânsızdır. Lozan’ı sorgulamak, doğrudan doğruya Kurtuluş Savaşı’nı ve Türkiye Cumhuriyeti‘ni sorgulamak anlamına gelmektedir.
ABD Büyükelçisinin Tartışmalı Yorumları ve Diplomatik Skandal
Ankara’daki ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın, Lozan Antlaşması’nı sorgularken Osmanlı İmparatorluğu’ndaki “millet sistemini” övmesi ve Ortadoğu’daki güçlü ulus devletlerin İsrail için tehdit oluşturduğunu belirtmesi kabul edilemez bir durumdur.
Eğer Türkiye, ulusal çıkarlarını gözeten bir hükümet tarafından yönetiliyor olsaydı, ABD büyükelçisi derhal Dışişleri Bakanlığı’na çağrılır, ABD’ye resmi bir uyarı notası verilir ve bu tür açıklamaların sürmesi halinde Tom Barrack “persona non grata” (istenmeyen kişi) ilan edilerek ülkeyi terk etmesi istenirdi.
Bu durumu bir benzetmeyle açıklamak gerekirse; Washington’daki Türkiye büyükelçisinin, ABD’nin mevcut sınırlarını ve 4 Temmuz 1776 Bağımsızlık Bildirgesi’ni sorgulayıp Britanya İmparatorluğu’nun daha iyi bir model olduğunu söylemesi nasıl kabul edilemezse, Barrack’ın ifadeleri de aynı derecede kabul edilemezdir. Ancak, Atatürk, İnönü ve Cumhuriyet’e karşıt bir duruş sergileyen neo-Osmanlıcı AKP hükümetinin bu sözleri sineye çekmesi, tarihe kara bir leke olarak geçmiştir.
İdeolojik Çelişkiler ve Emperyalist Hedefler
Neo-Osmanlıcılık, ABD’nin temel kuruluş ilkeleriyle taban tabana zıttır. Zira Osmanlı İmparatorluğu, tıpkı Britanya İmparatorluğu gibi monarşik, teokratik ve feodal bir yapıya sahipti. ABD’nin 4 Temmuz 1776’daki kuruluşu, monarşiye, teokrasiye ve feodalizme karşı bir devrim niteliğindeydi. Cumhuriyet, laiklik, güçler ayrılığı ve mülkiyet hakkı gibi ilkelerle kurulmuştu.
ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın ifadeleri, ABD’nin kurucu babaları Thomas Jefferson, George Washington, Benjamin Franklin ve Thomas Paine‘ın savunduğu ilkelerle çelişmektedir.
Osmanlı’daki “millet sistemi” de iddia edildiği gibi bir hoşgörü ortamı sunmuyordu. Aksine, gayrimüslimlerin asimile edilmesini ve azınlıkta kalmasını hedefleyen bir yapıydı. Gayrimüslimlerin topraklarına el konuluyor ve daha yüksek vergiler ödemeye zorlanıyorlardı. Bu vergileri ödeyemeyen milyonlarca insan, din değiştirerek Müslüman olmak zorunda kalmıştır.
ABD’nin kendisi için asla kabul etmeyeceği bir modeli Türkiye için önermesi, yalnızca emperyalizm ve Türkiye’nin iç işlerine müdahale etme arzusuyla açıklanabilir.
Gizli Projeler ve Açıklığa Kavuşması Gereken Sorular
ABD ve İsrail’deki mevcut yönetimlerin nasıl bir proje yürüttüğü artık bir sır değildir. Bu projenin, “terörsüz Türkiye” veya “demokratik barış süreci” gibi isimler altında AKP, MHP ve DEM tarafından sunulan projeyle ve TBMM’de kurulması planlanan komisyonla bir ilgisi olup olmadığının acilen aydınlatılması gerekmektedir.