Türkiye’nin Tsunami Gerçeği: Hangi Kıyılar Risk Altında?
Türkiye’nin 8.300 kilometreyi aşan uzun kıyı şeridinde, tsunami riski taşımayan hiçbir deniz bulunmuyor. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü (KRDAE) verilerine göre, Türkiye kıyılarında son üç bin yıl içinde 90’dan fazla tsunami yaşandı. Japonca’da “liman dalgası” anlamına gelen tsunami, yalnızca depremlerle değil, aynı zamanda su altı volkanik patlamaları ve deniz içi heyelanlar gibi olaylarla da tetiklenebiliyor.
KRDAE Müdürü Prof. Dr. Nurcan Meral Özel ve Deniz Bilimleri Koordinatörü Dr. Tuğçe Ergün, Türkiye’nin aktif tektonik yapısı nedeniyle üç ana denizel bölgenin tsunami riski taşıdığını belirtiyor. Bu bölgeler Marmara Denizi, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz olarak sıralanıyor. UNESCO Kuzey Doğu Atlantik ve Akdeniz Tsunami Uyarı Sistemi Başkanı Prof. Dr. Ahmet Cevdet Yalçıner ise, olası bir tsunaminin Japonya’daki gibi dev dalgalar yerine, Türkiye kıyılarında en fazla beş-altı metrelik dalgalar oluşturabileceğini ifade ediyor.
Ege Denizi: ‘Dalgalar Bir Saat İçinde Kıyılara Ulaşabilir’
Ege Denizi, Helenik Yay boyunca uzanan aktif dalma-batma zonu nedeniyle yüksek bir tsunami tehlikesi barındırıyor. Uzmanlar, bu bölgedeki riskleri şöyle özetliyor:
“Girit Adası açıklarında meydana gelebilecek 7 ila 7,7 büyüklüğündeki ters fay kaynaklı depremler, İzmir, Aydın, Muğla gibi batı kıyılarımıza yaklaşık 1 saat içinde ulaşabilecek tsunami dalgalarına neden olabilir.”
Bölgenin yakın geçmişi de bu riski doğruluyor:
- 1956 Amorgos Depremi: Fethiye’de 1 metrelik tsunami dalgası oluşturdu.
- 21 Temmuz 2017 Gökova Körfezi Depremi: 6,6 büyüklüğündeki deprem sonrası Bodrum kıyılarında 30-40 cm dalga yüksekliği ve kısmi su baskınları yaşandı. Gümbet’te tırmanma yüksekliği 1,9 metre olarak ölçüldü.
- 30 Ekim 2020 Sisam Depremi: 6,9 büyüklüğündeki deprem, özellikle Seferihisar’ın Sığacık mahallesinde etkili bir tsunamiye yol açtı. Tsunami nedeniyle bir kişi hayatını kaybederken, Akarca mevkiinde 3,8 metreye yakın tırmanma yüksekliği tespit edildi.
Marmara Denizi: ‘Yerel Olarak 2 Metreyi Aşan Dalgalar Gözlenebilir’
Marmara Denizi’nde ise risk, Kuzey Anadolu Fayı’nın (KAF) deniz altındaki segmentlerinden kaynaklanıyor. Yalova-Çınarcık, Orta Marmara ve Tekirdağ segmentlerinin 7 ve üzeri büyüklükte deprem üretme potansiyeli bulunuyor. Prof. Dr. Özel ve Dr. Ergün, “İstanbul açıklarındaki bu segmentlerin yüzeye yakın olması ve fayın sığ derinlikte kırılması tsunami oluşumu açısından önemli bir risktir” diyor. Kandilli Rasathanesi’nin modellerine göre, Marmara’da yerel olarak 2 metreyi aşan dalga yükseklikleri görülebilir. Nitekim 17 Ağustos 1999 İzmit Depremi‘nin tetiklediği bir heyelan sonucu Değirmendere’de 2,9 metreye varan tsunami dalgaları oluşmuştu.
Doğu Akdeniz: Kıbrıs Yayı ve Levant Fayı Tehdidi
Türkiye’nin güney kıyıları için tsunami tehlikesi, Doğu Akdeniz’deki Kıbrıs Yayı ve Levant Fay Zonu‘ndan geliyor. Uzmanlar, bu bölgelerde meydana gelebilecek 7 ve üzeri büyüklükteki depremlerin, güneydoğu kıyılarında lokal etkilere sahip tsunamiler üretebileceği konusunda uyarıyor. Ayrıca sismik olarak tetiklenen denizaltı heyelanlarının da önemli bir risk faktörü olduğu vurgulanıyor.
Tsunamiye Karşı Hazırlık ve Erken Uyarı Sistemleri
Türkiye’de tsunamiye karşı önlemler üç ana başlıkta toplanıyor: Erken uyarı altyapısı, sahada fiziksel yönlendirmeler ve toplum temelli farkındalık çalışmaları. Kandilli Rasathanesi, 5,5 ve üzeri depremler sonrası tsunami potansiyelini analiz ederek ilgili kurumlara uyarı mesajları gönderiyor. Bu sistem, 28 deniz seviyesi gözlem istasyonu ile destekleniyor. 2025’te Marmara Denizi’ne yerleştirilecek 8 adet deniz tabanı sismometresi ile izleme kapasitesinin artırılması hedefleniyor.
Uluslararası alanda ise UNESCO destekli CoastWAVE Projesi öne çıkıyor. Bu proje kapsamında İstanbul’un Büyükçekmece ilçesi, pilot bölge seçilerek tahliye yolları, tabela ve siren sistemleri kurulmuş ve halk tatbikatları yapılmıştır. Bu çalışmalar sonucunda ilçe, “Tsunamiye Hazır Topluluk” statüsü kazanmıştır. Uzmanlar, kıyı bölgelerinde erken uyarı sistemlerinin artırılması, risk haritalarının güncellenmesi ve düzenli tatbikatlar yapılmasının hayati önem taşıdığını belirtiyor.