Suriye’nin Kuzeyinde Yeni Bir Sayfa: YPG’nin ‘Misak-ı Milli’ Seçeneği Gündemde
Suriye merkezli sivil toplum kuruluşu Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), Suriye’deki Kürt grupların Şam yönetimiyle yürüttükleri müzakerelerden istenen sonucun çıkmaması halinde radikal bir rota değişikliğine gidebileceğini iddia etti. Rudaw’ın SOHR kaynaklarına dayandırdığı habere göre, Kuzey ve Doğu Suriye (Rojava) Özerk Yönetimi liderleri, müzakerelerin başarısız olması durumunda Türkiye ile yakınlaşma ve ‘Misak-ı Milli’ye katılma seçeneğini ciddi olarak değerlendiriyor.
Stratejik Hamle mi, Tarihsel Yönelim mi?
YPG’nin bu çıkışının, Şam karşısında müzakere pozisyonunu güçlendirmeyi amaçlayan bir taktik mi, yoksa bölgedeki kritik gelişmeler ışığında Türkiye’yi ‘en güvenilir liman’ olarak gören reel-politik bir yönelim mi olduğu henüz belirsizliğini koruyor. Ancak net olan bir gerçek var ki, YPG artık bölgesel bir cazibe merkezi haline gelen Türkiye’yi karşısına almak istemiyor. Bu durum, Şam ile uzlaşma sağlansa dahi, Suriye Kürtlerinin Türkiye ile iyi ilişkiler kurma arzusunu ortaya koyuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın sadece Türkiye’deki değil, bölgedeki tüm Kürtlerin hamisi olacakları ve Kürtlerin siyonistlerin sofrasında meze yapılmasına izin vermeyecekleri yönündeki açıklamaları bu bağlamda dikkat çekiyor.
Misak-ı Milli Ruhu Yeniden Canlanıyor
Bu gelişmeler, Misak-ı Milli’nin teoriden pratiğe geçtiğinin bir işareti olarak yorumlanıyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli‘nin 3 Ekim 2017’de TBMM’de dile getirdiği “Misak-ı Milli uyanacak; 81 Düzce’den sonra 82 Kerkük, 83 Musul deme hakkının önünde hiçbir güç duramayacak” şeklindeki öngörüsü, bugünkü gelişmelerle yeniden anlam kazanıyor. Türkiye’nin kilit rol oynadığı Suriye’de, Kürtler için de yeni bir dönem başlıyor.
Tarihsel Bağlam: Lozan ve Osmanlı Mirası
Irak, İran ve Suriye’de yaşayan Kürtlerin kolektif belleğinde, Osmanlı dönemindeki gibi tek bir çatı altında yaşama arzusunun yattığı biliniyor. Bu tarihsel hayali modern dünyada gerçekleştirmenin en gerçekçi adresi olarak Türkiye görülüyor. Ancak Lozan Antlaşması ile çizilen sınırlar, bu birleşmenin önünde bir engel teşkil ediyordu. Nitekim PKK’nın fesih ve silah bırakma açıklamasında Lozan Antlaşması’na yapılan atıf, bu tarihsel kırılmanın Kürtler nezdindeki trajik karşılığını gözler önüne seriyor. Kürtlere göre Lozan, sadece Osmanlı’yı yıkmakla kalmamış, aynı zamanda Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanını da parçalamıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın Tanımladığı Milli Sınırlar
Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ertesi günü, 24 Nisan 1920‘de Mustafa Kemal Paşa, Misak-ı Milli’yi şu sözlerle tanımlamıştı:
“Bunu: Şark hududuna Elviye-i Selaseyi (Kars, Ardahan ve Batum) dâhil ederek tasavvur buyurunuz. Garp hududu Edirne’den bildiğimiz gibi geçiyor. En büyük tebeddülat, Güney hududunda olmuştur. Güney hududu İskenderun güneyinden başlar. Halep ile Katma arasından Cerablus Köprüsü’ne müntehi olur bir hat ve Şark parçasında da Musul vilayeti, Süleymaniye ve Kerkük havalisi ve bu iki mıntıkayı yekdiğerine kalbeden hat. Efendiler; bu hudut, sırf askeri mülâhazat ile çizilmiş bir hudut değildir, hudud-ı millîdir.”
Bugün, Sevr’i gösterip Lozan’a razı eden anlayışın yüz yıllık prangalarını kırma ve milli hudutlar idealini gerçekleştirme potansiyeli taşıyan bir süreçten geçiliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi Lozan, kabul edilebileceklerin asgarisiydi. Türkiye’nin emperyalist güçlerle 24 Temmuz 1923‘te Lozan parantezine alınan mücadelesi, bir asır sonra yeniden başlıyor. PKK’nın tasfiye kararı ve YPG’nin gündemindeki Misak-ı Milli seçeneği, terör örgütleri üzerinden Türkiye’ye boyunduruk vurulamayacağının en somut kanıtları olarak öne çıkıyor.