Tarihten Bir İbret: Abdullah İbn Mübarek’in Seçimi
İslam ahlak tarihinde, Abdullah İbn Mübarek’in Bilâdü’ş-Şam yolculuğu, bir ibadetle bir insanın hayatını kurtarma arasındaki öncelik sıralamasını netleştiren dokunaklı bir örnektir. Merv şehrinden hacca gitmek üzere yola çıkan kafile, yolda ölen bir kümes hayvanını çöpe atar. Ancak açlıktan bitap düşmüş küçük bir kız çocuğu, koşarak leşi alır. Kafile tarafından uyarıldığında ise şu cevabı verir: “Bu leş sizin için haram olabilir, fakat bizim için helaldir. Günlerdir ağzımıza tek lokma girmedi.” Bu durumu gören İbn Mübarek, hacca gitmekten derhal vazgeçer ve yanında bulunan tüm parayı o muhtaç aileye bağışlar.
“Bu yaptığımız, bu sene eda edeceğimiz hacdan çok daha faziletlidir.”
Bu söz, ibadetin ruhunun şekilden önce geldiğini gösteren tarihi bir derstir.
Modern Çağın Bilâdü’ş-Şam’ı: Gazze
Günümüzde Gazze‘de, İbn Mübarek’in karşılaştığı o kız çocuğunun kaderini paylaşan on binlerce insan var. Açlıktan ölen bebekler, susuz ve ilaçsız kalan yaşlılar, enkazlar altında yitip giden aileler… Bu trajedinin yanı başında ise İslam dünyasında milyonlarca kişi, “nafile hac ve umre” turizmine yönelerek lüks otellerde ibadet etmeyi sürdürüyor.
İbadet ve İsraf İkilemi
Bu durum, Mekke ve Medine’de şu manzaraları ortaya çıkarıyor:
- Mekke: Kâbe’nin birkaç adım ötesindeki gökdelenlerde ve beş yıldızlı otellerin açık büfelerinde her gün tonlarca yiyecek israf ediliyor.
- Medine: Ravza-i Mutahhara’nın çevresinde lüks restoranlar ve altın dükkanları sıralanırken, aynı şehirde bir parça kuru ekmeğe muhtaç yoksullar bulunuyor.
Bu tezatlık, Gazze’deki açlık, yıkım ve göç gerçeğinin adeta görmezden gelindiğini gösteriyor.
Kuran ve Sünnet Ne Diyor?
İslam’ın temel kaynakları, bu konuda net bir hukuki ve ahlaki çerçeve çizer:
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadığınız sürece iyiliğe asla erişemezsiniz.” (Âl‑i İmrân, 3/92)
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (Taberânî, el‑Mu‘cemü’l‑Kebîr)
“Her kim bir mü’minin dünyevî sıkıntılarından birini giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir.” (Müslim, Birr 58)
Farz olan hac görevi yerine getirildikten sonra, özellikle zengin Müslümanların tekrar tekrar yaptığı nafile hac ve umreler, yanı başlarındaki insanlık dramına sırt dönülerek yapıldığında, ibadetin özünden ve amacından saptığı açıktır.
Suudi Arabistan’ın Rolü: Vicdani Bir Çıkmaz
Suudi Arabistan, “ibadet turizminden” elde ettiği milyarlarca dolarlık geliri, ABD’ye önemli bir ekonomik ve askeri destek sağlamak için kullanıyor. Bu durum, vicdani bir iflası beraberinde getiriyor.
- Savunma Anlaşmaları: Mayıs 2025’te ABD ile yaklaşık 142 milyar dolarlık bir savunma anlaşması imzalandı. Bu paket, ABD’den askeri teçhizat alımını ve eğitim hizmetlerini kapsıyor.
- Yatırım Taahhütleri: Riyad yönetimi, ABD’ye enerji, yapay zekâ ve altyapı alanlarında 600 milyar dolarlık bir yatırım taahhüdü verdi. Fiili akışın 300 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor.
- Finansal Ortaklıklar: Suudi Kamu Yatırım Fonu (PIF), Amerikalı Wall Street varlık yöneticileriyle milyarlarca dolarlık anlaşmalar imzaladı.
Bu devasa ekonomik kaynaklar, dolaylı olarak İsrail’in askeri gücünü destekleyen bir sisteme akıyor. Hac ve petrol gelirleriyle beslenen bu ekonomi, Gazze’yi vuran silahların finansmanında rol oynayarak büyük bir ahlaki çelişki yaratıyor.
Sonuç: Asıl İhram Vicdanındır
İbn Mübarek’in kıssası, bugünün Müslümanlarına yol göstermelidir. O, aç bir çocuğu doyurmayı kendi haccından üstün tutmuştu. Kâbe’ye yapılan yolculuk, ancak kalbin de Allah’ın evine yönelmesiyle anlam kazanır. Eğer kalbimiz Gazze‘deki acıya kapalıysa, bedenimizin Mekke’ye varması hedefe ulaştığımız anlamına gelmez. Belki de Rabbimiz bizden, Kâbe’ye adım atmadan önce Gazze’ye bir lokma ulaştırmamızı bekliyordur. Bugün asıl ihrama bürünmesi gereken, vicdanımızdır.