Amerika’nın Yeni İdeolojisi ve Türkiye İçin Anlamı: İthal Faşizm Tehlikesi

“Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar… merkezi bir sistemde cumhuriyet ya da demokrasi dediğimiz yapıda yan yana yaşayabilir mi? Amerika’da bunun mümkün olduğu kanıtlandı”

– Tom Barrack

Ancak bu iddia doğru değil. Öncelikle, Amerikan faşizmi, ABD’yi bir demokrasi olarak değil, beyaz Hıristiyan üstünlüğüne dayalı ırkçı bir cumhuriyet olarak görür; nitekim “kurucu babaların” da köleleri vardı. İkinci olarak, günümüz faşizmi, “sivil haklar hareketinin” gelişmesiyle o eski düzenin yıkıldığına ve şimdi bu düzeni yeniden kurmak için “mutlakiyetçi” bir başkanlık sistemiyle demokrasiden kurtulmak gerektiğine inanmaktadır.

Yurttaşlık, Aşiret ve ‘Volk’ Kavramları

Bu faşist projeyi daha derinlemesine anlamak için İsrailli siyaset kuramcısı Yoram Hazony’nin “Virtue of Nationalism” (Milliyetçiliğin Erdemi – 2018) adlı eserine veya New York Times’tan Ezra Klein ile yaptığı söyleşiye göz atmak faydalı olacaktır. Hazony’nin yıllık “Milli Muhafazakârlık” konferanslarında, kitaptaki fikirler etrafında S. Bannon ve JD Vance gibi isimlerin de katkılarıyla bir hareket şekillenmiştir.

Hazony’ye göre, çökmekte olan eşit yurttaşlık ve anayasal cumhuriyet fikri, yerini ailelerin birleşmesiyle oluşan “doğal” aidiyetlere, yani soy, tarih ve savaşçı atalar gibi unsurlarla tanımlanan kabilesel yapılara bırakmalıdır. Bu, eşitliği ve özgürlüğü temelden reddeden faşist bir yaklaşımdır. Çünkü kabile veya millet, demokratik bir yapı değildir; içinde kadın-erkek eşitliği barındırmaz, eleştiriye ve çoğulculuğa kapalıdır, “reisçi” bir yapıya sahiptir ve dışlayıcıdır.

Nazi İdeolojisiyle Benzerlikler

Gerçekten de Hazony’nin “kabile-millet” anlayışı, Nazi ideolojisinin temel taşlarından olan “volk” kavramıyla dikkat çekici bir benzerlik göstermektedir. Naziler için “volk”, sadece kan bağı, kültürel saflık ve tarihsel kaderle tanımlanan organik bir topluluk değil, aynı zamanda dışlayıcı bir “hakikatin taşıyıcısıydı.” Bu anlayış, modern yurttaşlık fikrini reddederek yerine “kimin gerçek Alman olduğuna” karar veren biyolojik-kültürel bir kimlik sistemi öneriyordu. Benzer şekilde, Hazony’nin modeli de “yurttaşlık” yerine soya dayalı sadakati merkeze alan bir aidiyet biçimi sunar; birey haklarını anayasal bir sistemden değil, ait olduğu kabilenin tarihsel köklerinden alır.

Aydınlanma ve Cumhuriyet İçin Tehlike

Aydınlanma geleneğinin en önemli kazanımı, bireylerin doğdukları etnik kimlik, inanç veya aileden bağımsız olarak eşit haklara sahip olduğunu savunan vatandaşlık fikridir. Vatandaşlık, bireyi ortak bir hukuk ve kurumsal çerçeveye bağlayarak farklı kökenlerden gelen insanları “eşit ortaklar” haline getirir. Bu ilkenin aşındırılıp yerine “sadakat hiyerarşisine dayalı kabilecilik” anlayışının konulduğu her sistemde, cumhuriyet ve ulus-devlet parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Hazony’nin “Kim daha sadık?”, “Kim daha köklü?” gibi sorularla bağlılığı ölçmeye çalışan teorisi, modern bir topluma değil, feodal ve hatta köleci bir düzene aittir.

Türkiye Üzerindeki Potansiyel Etkileri

Çökmüş bir imparatorluğun mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti için Hazony’nin teorisi özellikle büyük bir tehlike arz etmektedir. Türkiye’deki toplumsal yapı, Hazony’nin tanımıyla Aleviler, Kürtler, dindarlar, laikler gibi farklı “kabilelerden” oluşsa da, bu yapıları yatay olarak kesen bir işçi sınıfı ve onu sömüren sermaye sınıfı gerçeği vardır. Bu “kabileleri” ayırıp her birine ayrı yargı ve kültürel merkezler tanımak, emperyalizmin parçaladığı Osmanlı’nın son dönemindeki “millet sistemi”ne dönme arzusudur. Bu durum, sömürü, egemenlik ve emperyalizme bağımlılık ilişkilerini daha da derinleştirecektir.

Türkiye Cumhuriyeti, tüm eksikliklerine rağmen, emperyalist ve dinci projelere direnerek eşit yurttaşlığa dayalı modern ve seküler bir ulus devlet olarak kurulmuştur. Eşit yurttaşlık, sadece oy hakkı değil, aynı zamanda farklı kimliklerin bir arada yaşamasını sağlayan ahlaki ve hukuki bir çerçevedir. Bu fikri yıkmaya çalışanlar, aslında cumhuriyetin temellerini hedef almaktadır.

Sonuç olarak, Amerikan faşizmi içeride beyaz/erkek Hıristiyan egemenliği altında ulus devleti merkezileştirirken, dışarıda ise etnik ve mezhepsel ayrışmayı “doğal çözüm” olarak dayatmaktadır. Bu proje, şimdi kendine işbirlikçiler ve onlar da kendilerine “yararlı salaklar” aramaktadır.