Filistin’i Tanımak, İsrail’in Politikalarını Meşrulaştırıyor mu?
İsrail’in Gazze’ye yönelik devam eden ve soykırım olarak nitelendirilen saldırıları karşısında uluslararası toplumun tepkisi gecikmeli de olsa şekillenmeye başlıyor. Ancak çözüm olarak sunulan “Filistin’i devlet olarak tanıma” hamlesinin, sorunun kökenine inmek yerine ırkçı ve sömürgeci İsrail devletinin konumunu pekiştirdiği öne sürülüyor. Zira siyonist rejimin 1948’den bu yana aralıksız sürdürdüğü kitlesel katliam, sürgün, etnik temizlik ve soykırım stratejisi, bu tür diplomatik adımlarla perdelenme riski taşıyor.
Filistin Devleti’ni tanıma çabaları, mevcut durumda siyonist politikaların dolaylı yoldan onaylanması anlamına gelebilir. Asıl ve cesur tavrın, Filistinlilerin devlet olma hakkını gasp eden İsrail devletini tanımamak olduğu savunulmaktadır. Fakat sicili insanlık ve savaş suçlarıyla dolu olan İsrail’e yönelik en ufak bir eleştiri bile, anti-semitizm suçlamasıyla bastırılmaktadır. Katliamcı İsrail’in devlet olma vasfını sorgulamak bir yana, Filistinlilerin meşru haklarını savunmak dahi ciddi bir linç kampanyasına neden olabilmektedir.
Tarihsel Çarpıklık ve Haksızlığın Kökenleri
Gazze kasabı olarak anılan Binyamin Netanyahu ve yönetimi, bir Filistin devletinin kurulmasına şiddetle karşı çıkarken ve bu fikri savunanları terörist olarak yaftalarken, kendi devletinin meşruiyetinin sorgulanmasını asla kabul etmemektedir. Bu çifte standarda karşı duranlar ise doğrudan Yahudi düşmanı ilan edilmektedir.
Madem soykırımcı rejim, Filistin halkının devlet olma hakkını inkâr ediyor, o zaman dünya da İsrail devletinin var olma hakkını inkâr etmelidir.
Ancak mevcut dünya düzeni, bu çarpık yapı üzerine inşa edilmiştir. Bu yapının temelleri, İngiltere’nin Filistin’i işgal etmesinden kısa bir süre sonra atılan 1917 Balfour Deklarasyonu ile sağlamlaştırılmıştır.
Bölünme Planları: Peel Komisyonu ve BM Kararı
Tarihsel süreçte bu haksızlığı pekiştiren adımlar devam etmiştir:
- 1937 Peel Komisyonu Raporu: Lord Robert Peel tarafından hazırlanan bu rapor, Filistin’i Yahudi sömürgecilerle Ürdün arasında paylaştırmayı öneriyordu. Rapor, Yahudi devleti sınırları içinde kalacak yaklaşık 300 bin Filistinlinin sürgün edilmesini ve mülklerine el konulmasını talep ediyordu, ancak tepkiler üzerine uygulanamadı.
- 1947 BM Taksim Kararı: Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen 181 sayılı bu karar, Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını reddederek vatanı Yahudi işgalciler ve Filistinliler arasında bölüştürdü. Kudüs’e ise BM tarafından yönetilen özel bir statü verildi.
İşgalin ve İlhakın Kronolojisi
Taksim planının ardından 14 Mayıs 1948‘de İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edildi. İsrail, altı ay gibi kısa bir sürede sınırları içindeki 800 bin Filistinliyi topraklarından sürdü. Bu suçun hesabı sorulmadan, BM 11 Mayıs 1949’da İsrail’i üyeliğe kabul etti. BM üyesi olan İsrail, ilk icraat olarak 5 Aralık 1949’da Batı Kudüs’ü ilhak etti. Dönemin Başbakanı Ben Gurion, sürülen Filistinlilerin geri dönüş hakkı olmadığını ilan ederek Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü de kapsayan ilhak sürecini başlattı.
Bugün Gurion’un izinden giden Netanyahu da benzer şekilde Gazze’yi fethetmekten ve ilhaktan bahsetmektedir. Dünya, İsrail’den hesap soramadığı için bu politikalar devam etmekte, hatta soykırım ve sömürgecilik ödüllendirilmektedir. Bu noktadan sonra yapılması gereken, Filistinlilerin devlet hakkını tanımayan İsrail’i tanımama sürecini başlatmaktır. Eğer bu mümkün değilse, en azından kapsamlı bir askeri, siyasi ve ekonomik ambargoya başvurmak, siyonist rejimi geriletecek yegâne çözüm yolu olarak görünmektedir.