Bir Kürt Aydınının Siyasi Dönüşümü: Mesud Fânî Bilgili’nin Portresi

Bu başlık, makalenin yazarına değil, ele alınan Kürt entelektüel Mesud Fânî Bilgili’nin kendisine aittir. Mesud, Süleymaniye’den göç ederek Adana’nın Kadirli ilçesine yerleşen tanınmış ve varlıklı Fânîzâde ailesinin beş oğlundan biriydi. Hukuk alanında eğitim görmüştür. Kendisi de, tıpkı iki ağabeyi Ali İlmî ve Zeynelabidin gibi, Yüzellilikler listesine dahil edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti yönetimi tarafından “hain” olarak damgalanmaları yetmemiş, 1927 senesinde vatandaşlıktan da çıkarılmıştır.
Peki suçu neydi? Türklere karşı olumsuz bir tutum sergilemek ve Fransız yanlısı bir politika izlemek. O dönemde bir sancak olan Cebelibereket’in (Osmaniye) Fransızlar tarafından atanmış Mutasarrıfı, yani mülki amiri olarak görev yapıyordu. Bununla da kalmayıp, ağabeyi Ali İlmî’nin çıkardığı ve “Can Bey” takma adını kullanarak yazdığı Ferdâ gazetesinde makaleler kaleme almıştır. Bu gazete, Mustafa Kemal Paşa’nın “ecnebi gazetesi” olarak nitelendirdiği ve Temsilciler Kurulu’nun daha 1919 yılında Anadolu’ya girişini engellediği yayındır (Nutuk: 422). Kuva-yı Milliye’yi bir “bela” olarak gören, Kemalistleri “akılsız, İttihatçı artıkları” şeklinde tanımlayan ve Mustafa Kemal’in milliyetçilik vizyonunu “milli kantariye, milli attariye, milli bakiye, milli bilmem ne” diyerek alaya alan bir gazeteydi… Fransız uçaklarıyla köylere, cephelere ve hatta cephe gerisine dağıtılan bu gazetenin yaydığı propaganda, Adana sınırlarını aşan bir etkiye sahipti. Mesud, işte bu yayın organında Fransız mandasını savunuyordu. Ona göre Türkler, ancak “medeni Fransa”nın himayesi altında uygar bir hayata kavuşabilirdi. Mesud, Anadolu toprakları üzerinde Türk bayrağını hedef alan cüretkar ifadeler kullanan belki de ilk kişiydi. Bu hakareti kendi kelimelerimle aktarmam mümkün değil. Onun ifadeleri şu şekildedir:
“400 senedir altında yaşadığınız bayrak denilen o kırmızı paçavradan ne fayda gördünüz? O size ne temin etti. Tahta sabanlarla bu güzel toprağın yüzünü kirletip buruşturmaktan başka ne yaptınız? Bugün muazzam bir devletin şanlı bayrağı üzerimizde dalgalanıyor, geliniz. Budalalık yapmayınız, bari bundan istifade ederek mesut yaşayalım. Millet demek, bir bez parçasına nail olmak demek değildir.” (İslam: 25)
1 Aralık 1921 tarihinde Fransız bayrağı hükümet konağından indirildi ve yerine Türk bayrağı çekildi. Türk ordusunun Adana’ya girmesinden hemen önce Mesud şehirden kaçarak İstanbul’a, 1922 yazında ise Paris’e geçti. Buradaki amacı, eğitimine devam etmekti. Kürtler üzerine doktora tezini hazırlamaya başladı. Bu süreçte Hindistan, İran ve Irak gibi ülkeleri gezerek bilgi topladı. Türk büyükelçiliğinden defalarca bilgi ve belge talebinde bulunsa da bu istekleri geri çevrildi. 1926’dan sonra Türkiye’de başlayan Kürtçü isyanları Fransa’dan takip etti. Ağabeyleri vasıtasıyla Ortadoğu’daki Kürt-Ermeni iş birliğine ve Hoybun’un kuruluşuna şahit oldu. Bu dönemde Mesud, gerçeklerle yüzleşme sürecine girdi. Belki de bu yüzleşmenin bir sonucu olarak, kritik bazı bilgileri Türk istihbarat birimlerine aktardığı bilinmektedir (EGM Arşivi, Dn: 12222-27, Bn: 2/D 7-8).
“Kürt Milleti ve Toplumsal Evrimi” adını taşıyan doktora tezini 1933 yılında Paris’te yayımladı. Prof. Dr. Azmi Süslü tarafından bir kısmı Türkçeye çevrilen bu eser, 16 sayfalık bir giriş bölümünün ardından 272 sayfadan oluşmaktadır.

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ
Bu eseri, Türk vatanından sürgün edilmiş bir Kürt aydını kimliğiyle kaleme almıştır. Kitabını Adana’daki babasına gönderirken yazdığı mektupta şöyle der: “Baba, ayrılıkla geçen şu 10 yılın fırtınasını biliyorum. Birçoğumuzun derisini kırıştırdı. İliğimizi kuruttu fakat onun bende yaptığı etki büsbütün başka. Genç yaşta yakalandığım bu yaman inkılâp poyrazında bahar mevsimi tomurcukları açmaya yarayan sabah rüzgârlarının yumuşaklığını buldum ve kudretin bu gür ve feyizli nefesi içinde yeniden hayata doğdum. Bu kitap, o doğuşun bir nişanesidir.” (Halıcı: 414 vd.)
Eserinde Mustafa Kemal’i, Lozan’ı, Türk-Kürt ve Kürt-Ermeni münasebetlerini ve emperyalizmin etkisindeki Kürtçülük hareketini analiz eder. Mustafa Kemal hakkındaki görüşü şu şekildedir:
“Bu metanetli insan, düşmanları parçaladıktan sonra tarihin hasta adamına can verdi. Baştan aşağı enerji ve yenilikle dolu bir Türkiye, bir memleket yarattı.”
Sevr ve Lozan antlaşmalarını ise şu şekilde mukayese eder: “Sevr Antlaşması Türkiye’yi bütün millî malvarlığından mahrum ederek ölüm ve idama mahkûm ediyordu. Diğeri ki Lozan, ona bütün uygar devletler gibi eşit bir mevki vererek geniş yetkinliğiyle yeni bir Türkiye doğuşunu selamlıyordu.”
Kürtler hakkındaki analizi oldukça dikkat çekicidir: “Kürtler etnik açıdan yeterli derecede incelenmemişlerdir. Bununla birlikte bu halkın çoğunluğu hiç itiraz kabul etmeyecek surette Türk ırkına mensupturlar. Bu iki halkın âdet ve seciyeleri, karakterleri hayret verici bir birlik arz etmektedir.”
Mesud Fânî, geçmişteki ve o günkü Kürtlerin vaziyetine dair şu sonuca varır: “Türkiye’nin parçalanması Kürtlerin de taksimi sonucunu doğurmuştu. Hâlihazırda çeşitli devletlerin egemenliği altında yaşıyorlar, çoğu Türkiye’dedir. Ve Türklerle beraber bir Cumhuriyet teşkil ediyorlar ki bu Cumhuriyet de bu iki millet arasında hiçbir fark gözetmez. Onun için diyebiliriz ki bir Kürt belki bir gün bu memlekette bir Reis-i Cumhur da olabilir.”
Bu gerçekleşmemiş midir? Gerçekleşmiştir diyerek devam eder: “İran’da, Suriye’de ve daha bazı yerlerde yaşayan Kürtlerin ise geleceği tamamen meçhuldür.”
Kürt isyanları ve Ermenilerle yapılan işbirliğine ilişkin tespitleri de önemlidir: “Son Kürt harekâtı (1927-1930 arasındaki Ağrı ayaklanmalarını kastediyor) harici ellerin etkisiyle beraber hükümetin esaslı ıslahat faaliyetlerine karşı Kürt kavminin geçici hareketinden başka bir şey değildir. Bunu Kürtlerin Türklerden ayrılması şeklinde değerlendirmemelidir. Ateş sönmüştür. Yabancı entrikaları bu Kürt hareketinden yararlanmak ve Hoybun adı altında Kürt-Ermeni teşkilatı yaparak buna milli bir maske takmak istediler…”

KÜRTLERİN GELECEĞİ
Kürtlerin geleceğine dair inancı ise kesindir ve Türklerin kaderine bağlı olduğunu düşünür: “Türklerin istikbâline bağlıdır. Türkler ayakta ve berhayat kaldıkça Kürtler şimdiye kadar yaşadıkları gibi bundan böyle de Türklerin kanatları altında sükûnetle yaşayabilirler. Türkiye’den ayrılmak Kürtleri köle yapar. Kürtler hakkında İngilizlerin samimiyetine inanmıyorum. Le Temps gazetesinin dediği gibi o iki asırdan beri Şark’ta fırtına ekip felaket toplamaktadır…”
Peki Mesud Fânî’nin bağımsız bir Kürdistan fikrine inancı var mıydı? Kesinlikle hayır: “Bağımsız bir Kürdistan yaratmak fikrine gelince bu, diplomatların bir hayal ürününden, alelade bir siyaset oyunundan ibarettir ki buna inanmak için çok saf olmak lazım gelir. Türkiye’den başka bağımsızlığını kurtarabilmiş bir memleket var mı? Tuna ile Okyanus adaları ortasındaki Kürt dindaşlarının feci vaziyetini görüyoruz. Bu hâlde bağımsız Kürdistan kurma olasılığına nasıl inanılır?”
Kitap, son tahlilde Kürtlere bir “uyanık olun” çağrısı yapar. Kürtler neye ve kime karşı uyanık olmalıdır? Onları Türklerden ayırmaya çalışanlara karşı.
Mesud Fânî Bilgili, aynı zamanda bir şairdi. “Hikâyemiz” adlı şiirinin sonunda kendi geçmişini şu dizelerle özetler:
“Kusurlarım / Hatalarım / Üzgün bir kalp / Suçlu bir zihin / Parçalanmış bir hayat / Hatalarım yüzünden / En büyük hatalarım…”

Kaynakça
– Gazi Mustafa Kemal (Atatürk), Nutuk, C. I, TTK Yayınları, Ankara, 1986.
– İbrahim İslam, Millî Mücadele’de Yeni Adana Gazetesi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 1995.
– Azmi Süslü, Mesud Fânî (Bilgili)’ye Göre Kürtler ve Sosyal Gelişimleri, Tanmak Yayınları, Ankara, 1992.
– Şaduman Halıcı, Mütareke Döneminin İşbirlikçileri Yüzellilik Gazeteciler, Cumhuriyet Yayınları, 2021.