Eğlencenin Ardındaki Kültürel Kriz: Türkiye Nereye Gidiyor?

Yakın zamanda Marmaris’ten sosyal medyada paylaşılan görüntüler, turizmin merkezinde bir “eğlence” gösterisi olmaktan çok, kültürel bir yozlaşmanın habercisi olarak algılandı; hatta belki bir haberciden de fazlasıydı. Çalışanların denetimsiz tavırları, yalnızca estetikten değil, aynı zamanda saygı ve içerikten de tamamen yoksundu. Birçok insan bu manzaraları “ülkemize yakışmıyor” diyerek kınasa da, asıl mesele bu tür görüntülerin “neden bu denli normalleştiği” sorusunun ardında yatmaktadır.

Bu konu, yalnızca birkaç bireyin tutumuyla kısıtlı kalmayıp, bu durumu onaylayan işletmeleri ve yetkilileri de kapsayan daha geniş bir resmin parçasıdır. Marmaris’te tanık olunanlar, basit bir turizm hizmeti ya da eğlence seçeneği değil, aynı zamanda kültürel bir hafızanın yok oluşunun bir tezahürüdür.

BOŞLUĞU CEHALET DOLDURUYOR

“Işıklar yanıyor, müzik çalıyor, etraf kalabalık… Öyleyse her şey yolunda” şeklindeki yüzeysel düşünce tarzı, ilk bakışta oldukça çekici gelebilir. Fakat kültürel derinlikten mahrum, bağlamsız bir şovun gerçekte ne gibi bir hedefi olabilir?

Aslında izlediğimiz bu sahneler, çok daha kapsamlı bir sistemin bir neticesidir. Türkiye’de kültürel üretim teşvik edilmediği, sanat eğitimi geniş kitlelere ulaştırılmadığı ve yerel değerler göz ardı edildiği müddetçe, ortaya çıkan bu devasa boşlukları yalnızca cehalet dolduracaktır. Marmaris’teki o manzaralar, tam da bu boşluğun somutlaşmış halidir.

ULUSAL KİMLİĞİMİZ YİTİYOR

İKSV’nin “Ortaklaşa: Kültür, Diyalog ve Destek Projesi” kapsamında Doç. Dr. Ulaş Bayraktar tarafından kaleme alınan ve geçtiğimiz günlerde inceleme şansı bulduğum “Türkiye’de Yerel Kültür Ekosistemi” raporu, bu vaziyetin sayısal ve yapısal zeminini gözler önüne seriyor. Araştırmanın bulgularına göre, Türkiye’de kültür ve sanat etkinliklerine düzenli katılım oranı oldukça düşük seviyede. Sivil toplum kuruluşlarının ve yerel kültür üreticilerinin finansal güçlükler yaşadığı, altyapının ise eksik ve zayıf olduğu bu tabloda, kamunun kültür alanı ciddi anlamda kısıtlanmış durumdadır. Daha da dikkat çekici olan, bu boşlukların sistematik olarak “anlamsız eğlence türleriyle” doldurulmasıdır.

Kültür, yerini sadece “göze hitap eden” gösterilere bıraktığı zaman estetik, değer ve eğitim de ortadan kalkar. Neyi destekleyip neyi eleştireceğimiz konusunda müşterek bir temel oluşturmayı başaramazsak, “eğlence” kisvesi altında kültürel ve ulusal benliğimizi kaybetmeyi sürdüreceğiz.

KÜLTÜR LÜKS DEĞİL, ZORUNLULUK

Bu tür olaylar, Türkiye’nin kültüre atfettiği değeri, eğitim sisteminin muhtevasını, yerel idarelerin öncelik sıralamasını ve kamu politikalarının kalitesini doğrudan yansıtmaktadır. Kültür ve sanatın önemi, yalnızca “güzel” olmalarından değil, bir toplumu eğiten, bütünleştiren ve dönüştürme gücüne sahip bir faktör olmalarından kaynaklanır.

Kültürel sahanın giderek kısıtlandığı ve estetik ile düşünsel üretimin yerini sığlığın aldığı her senaryo, derinlemesine endişe vericidir. Yerel yönetimlerden merkezi politikalara dek yayılan bu değişim, sadece eğlence anlayışımızı değil, aynı zamanda toplumsal hafızamızı, kamusal estetik zevkimizi ve kültürel zenginliğimizi de olumsuz etkilemektedir. Bugün “eğlence” adı altında sokaklara taşan bu manzaralar, esasen kültürel bir yetersizliğin bariz bir işaretidir.

Ve bu yaz, hepimize şu soruyu tekrar yöneltmek için bir imkân sunuyor: Bizler tam olarak neyi takdir ediyoruz? Ve neyin kayboluşunu görmezden geliyoruz?

BANU ÖZYURT
YAZAR