İnsan Kaynağı Paradoksu: Nitelikli Çalışan Neden Bulunamıyor?

07 Temmuz 2025, 08:14

Türkiye’nin iş gücü piyasasında derin bir çelişki hüküm sürüyor. Bir tarafta, rekor seviyelere ulaşan işsizlik oranları var; İBB’nin açtığı 1.780 pozisyon için 70 bin kişinin başvurması bu durumun en somut göstergelerinden biri. Diğer tarafta ise, nitelikli personel bulamamaktan şikayet eden bir özel sektör bulunuyor. Neredeyse tüm zincir marketler aralıksız olarak “takım arkadaşları” ilanı yayınlarken, işe başlayan gençlerin beklentileri karşılanmıyor. Kasiyer olarak başladıkları pozisyonda bir ay içinde ağır işler yaptırıldığını gören gençler, kısa sürede işten ayrılıyor. İşe talip olanların bir kısmı ise ya vaat ettikleri performansı sergileyemiyor ya da bir ay dolmadan önerilen ücretin yetersiz olduğunu ifade ediyor.

İşveren ve yöneticiler cephesinde, genç neslin çalışma disiplininden yoksun olduğu, zahmetsiz ve yüksek gelirli işler aradığı yönünde genel bir kanı hakim. Hatta bazı tatil beldelerindeki belediyelerin, yaz aylarında otopark görevlisi olarak çalışacak öğrenci dahi bulamaması bu tezi destekler nitelikte. Pek çok işsiz gencin, kendi emeğiyle para kazanmak yerine aile desteğiyle geçinmeyi yeğlediği gözlemleniyor.

Bu durum, adeta bir çelişkiler yumağı halini almış durumda. Fakat bana kalırsa, asıl sorumluluk yöneticilerin omuzlarında. Geçmişin “personel servisleri”nin günümüzde “İnsan Kaynakları” departmanlarına evrilmesi, bu kaynağı verimli, faydalı ve mutlu bir şekilde yönetme görevinin ne kadar kritik olduğunu ortaya koyuyor.

***

Bu karmaşık konuya dair aydınlatıcı bir bakış açısı, benim için bir duayen olan ve bu sitenin takipçilerinin de yakından tanıdığını düşündüğüm Temel Aksoy’dan geliyor. Marka ve pazarlama alanında uzun senelerdir akademik nitelikte blog yazıları kaleme alan Aksoy ile bir mülakat gerçekleştirememiş olmanın üzüntüsünü yaşasam da, kendisinin müsaadesiyle, son makalesinden bir kesiti paylaşmak istiyorum. Aksoy’un “Çalışanların katılımını sağlamak bedava” adını taşıyan bu yazısı, her yöneticinin okuması gereken manifesto niteliğinde bir metin:

“Edward Deming, ‘Japonya yükselişini doğal kaynaklarına değil, iyi yönetime borçludur’ der. Bu söz bana hep şunu düşündürür: Yalnızca ülkeler değil, şirketler, kurumlar, sivil toplum girişimleri de varlıklarını iyi yönetime borçludur. Çünkü yönetim sadece bir görev değil; insanlara, kaynaklara ve geleceğe karşı üstlenilmiş bir sorumluluktur.

Yönetim dediğimiz şey, tek bir beceri değil. Pek çok farklı dengeyi bir arada tutmayı gerektiriyor. Bir yandan iş bölümü ve disiplin gerekirken, diğer yanda yaratıcılık ve inisiyatif olmadan da olmuyor. Kaynakları doğru yönlendirmek şart ama adil olmak da öyle. Kararlılık önemli ama bazen risk almak da gerek. Yani yönetmek, çelişen gibi görünen birçok özelliği bir araya getirebilme sanatıdır.

Bugün şirketler yalnızca ekonomik üretim yapan yapılar değil. Binlerce insanın hayatına dokunan, onların evlerine, hayallerine, sağlığına ve güven duygusuna etki eden organizasyonlar. Bir şirket iyi yönetildiğinde sadece hissedarlar kazanmıyor; çalışanlar, aileleri, tedarikçiler, hatta toplumun bütünü değer görüyor.

Ama bunun olabilmesi için, şirketlerin insanı merkeze koyması gerekiyor. Özellikle insan kaynağını… Çünkü çalışanlar yalnızca görev yapan bireyler değil; her biri kendi hayat yolculuğunda anlam arayan, katkı sunmak isteyen insanlar. Onlara yalnızca görev vermek yetmiyor; onları sürece katmak, düşüncelerini önemsemek, sorumluluk almaya teşvik etmek gerekiyor.

İnsanlar sadece maaş için çalışmıyorlar. Çoğu zaman bir çabanın parçası olmak, kendilerini önemli hissetmek ve yaptıkları işin işe yaradığını görmek istiyorlar. Eğer bir şirkette bu alan açılmazsa, insanlar sessizleşiyor. Ne öneriyorlar, ne sorumluluk alıyorlar. Çünkü katkı sunabilecekleri bir alan bulamıyorlar.”

***

Temel Aksoy’dan aktarılan bu ifadeler, yöneticilikte sıkça karşılaşılan zafiyetlere ve hatta bariz hatalara parmak basıyor. Her bir paragrafı, üzerinde uzun uzadıya düşünülmesi gereken derinlikte tespitler içeriyor.

Bir zamanlar bir büyüğümün paylaştığı şu deyiş her şeyi özetliyor aslında:

Önemli olan bakmak değil görmek, okumak değil anlamak, konuşmak değil dinlemek…

Bu derinliğe sahip o bilge neslin pek çoğu artık aramızda değil. Geriye kalanların tecrübelerine, gençlerin en azından biraz kulak vermesini umut ediyoruz.

Dipnot:
UNUTMAYIN… Bu dünyayı torunlarımızdan ödünç aldık. Bugün ÇEVRE, DÜNYA BARIŞI, HAK, ADALET İÇİN VE CEHALETE KARŞI bir şeyler yapmış olmanızı diliyorum.