Cumhuriyetin Temellerine Yönelik Tehditler
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, çeşitli aktörlerin açıklamalarıyla yeniden tartışma konusu haline gelmiştir. İlk olarak, teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın 1923 Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası öncesine dönme çağrısı, “Terörsüz Türkiye” sürecinin, Atatürk’ün kurduğu üniter ve laik yapıyı hedef aldığını göstermektedir. Ardından, ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın Türkiye’ye “Osmanlı millet sistemine geçmesini” önermesi, dinsel temelli çok hukuklu bir yapıya işaret etmektedir. Bu öneri, Lozan’da atılan tek hukuklu, çağdaş ve laik düzenin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.
Bu tartışmalara ek olarak, AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın üst kimliğin “Müslümanlık” olduğunu belirtmesi ve “Türk-Kürt-Arap” etnik kimliklerini öne çıkararak ümmetçiliği savunması dikkat çekicidir. Erdoğan’ın, “AKP, MHP ve Dem Parti olarak yola birlikte devam edeceğiz” şeklindeki ifadesi, bu eksendeki politikaların bir yansımasıdır. AKP ve DEM Parti’nin Atatürk ve Cumhuriyet’e yönelik bakış açılarındaki benzerlikler, Şeyh Sait, İsklipli Atıf ve Saidi Nursi gibi isimler etrafında birleşebilmeleriyle belirginleşmektedir.
“Yeni Türkiye” söyleminin arkasında yatan “Yeni Osmanlılık” projesi, Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” kitabında Türkiye için önerdiği gibi, Atatürk’ün mirasını reddetmeyi, laik cumhuriyetten ve ulus devletten vazgeçmeyi amaçlamaktadır. Bu proje, 102 yıl sonra üniter ve laik ulus devletin parçalanmasına yol açabilecek, hem iç hem de dış barışı tehdit eden bir süreci tetikleme potansiyeli taşımaktadır.
Türk Milleti Kavramı ve Atatürk’ün Tanımı
AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan, “ümmetçi” ve “Osmanlıcı” bir yaklaşımla modern ulus kavramına karşı çıkmakta, etnik unsurları ümmetçi bir bağla birleştirmeyi önermektedir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini anlamak için kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün tanımlarına bakmak esastır.
Atatürk’ün Millet Tanımı
Atatürk, Afet İnan imzasıyla yayınlanan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında milleti kendi el yazısıyla şöyle tanımlamıştır:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”
Atatürk, milletin oluşumundaki unsurları siyasal varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, tarihsel akrabalık ve ahlaki yakınlık olarak sıralar. Millet tanımını ise şu üç temel ilkeye dayandırır:
- Zengin bir hatıra mirasına sahip olmak,
- Beraber yaşama konusunda ortak arzu ve istekte samimi olmak,
- Sahip olunan mirasın korunmasında iradelerin ortak olması.
Atatürk, bu tanım çerçevesinde etnik ayrılıkçılığı eleştirir ve Türkiye’deki farklı etnik kökenlere sahip bireylerin de “Türk camiasının” eşit haklara sahip “millet fertleri” olduğunu vurgular. Azınlıklar hakkında ise, “Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar, alınyazılarını ve talihlerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakılması uygar Türk milletinin asil ahlakından beklenebilir mi?” diyerek kapsayıcı bir yaklaşım sergiler.
Millet ve Ümmet Arasındaki Fark
Atatürk, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında laik bir ulus tanımı yapar ve milleti oluşturan unsurlar arasında “din birliğine” yer vermez. Ona göre, din birliğinin bir millet oluşturmada etkili olduğu fikri, Türkiye örneğinde geçersizdir.
Atatürk, Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinin diğer Müslüman halklarla bir millet oluşturmalarını sağlamadığını, aksine “Türk milletinin milli bağlarını gevşettiğini, milli duygularını, milli heyecanını uyuşturduğunu” belirtir. İslam dininin “bütün milliyetlerin üzerinde kapsamlı bir Arap milliyeti siyaseti” amaçladığını ve bu fikrin “ümmet” kelimesiyle ifade edildiğini söyler.
Vicdan Hürriyeti ve Laik Devlet Anlayışı
“Ümmet” fikrini reddeden Atatürk, laik ulus devletin temelinde “vicdan hürriyeti” olduğunu savunur:
“Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz… Türkiye Cumhuriyeti’nde her yetişkin dinini seçmekte özgür olduğu gibi belirli bir dinin merasimi de serbesttir; yani ayin hürriyeti dokunulmazdır.”
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi bir dini olmadığını, devlet idaresindeki tüm kanunların bilime ve çağdaş ihtiyaçlara göre düzenlendiğini vurgular. Din anlayışının vicdani olduğunu ve siyasetten ayrı tutulmasının çağdaş ilerlemenin anahtarı olduğunu belirtir.
Milli Siyasetin Esasları
Türkiye Cumhuriyeti’nin “milli siyaseti”, Misak-ı Milli sınırları içinde, “Yurtta barış dünyada barış” ilkesiyle tam bağımsızlığı korumayı hedefler. Atatürk, Panislamizm ve Panturanizm gibi yayılmacı politikaları kesin bir dille reddeder.
“Büyük hayaller peşinden koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz… Bizim, kendisinde açıklık ve uygulama imkânı gördüğümüz siyasi ilke, milli siyasettir. Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam ve öz şudur: Milli sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak.”
Atatürk’ün belirlediği bu akılcı, barışçı ve ulusal çıkarlara dayalı “milli siyaset”, bugün ümmetçi ve Panislamcı yaklaşımlarla değiştirilmek istenmektedir.
Sonuç: Ulusal Birliğin Geleceği
Atatürk, çok uluslu bir imparatorluğun enkazından üniter ve laik bir cumhuriyet, bir ulus devlet inşa etmiştir. Bugün, siyasal İslamcı iktidar ve ortakları tarafından bu yapı, “ümmetçi” ve “etnik kimlikçi” bir anlayışla dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Böyle bir dönüşüm, ulusal birliği, çağdaş hukuku, demokrasiyi ve barışı tehdit eder. Bu durum, bir nevi “ulusal intihar” anlamına gelebilir. Ancak herkes bilmelidir ki, “Ya istiklal ya ölüm” parolasıyla hayatta kalan Türk ulusu, adıyla ve sanıyla yaşamaya kararlıdır.